30 Ocak 2011 Pazar

Kör Dövüş


Sadece okunamayan bir dil icat etme hevesi neden? Sadece kendi kendine gönderen labirentsel bir monolog. Ki şu an piramidin tam da orta yerindeyiz. Eğer sözcükler soyunamıyorsa hiçe, o zaman geçmiş sadece bakmalı loş bir gök kubbeye.

Viski bitecek ve gidip göz satın alacağız, nakit 1 alışveriş mağazasından ve birer kadeh daha içtiğimizde tüm taksi duraklarında vakitsiz bir patlama olacak.
Biz kendi şiirimizi yazmayı seçersek, kendi bedenlerimiz yeni bir lisan yaratır ve yoklar sonsuzluğu. Yeni bir hırs, yeni bir çağ ve patlamış arzu…

Kıyı bilinci… Kıyıcı bir yüz yıl ortasında bile değilken; daha yürüme alıştırmaları, travma provaları yaparken ansızın beliren, o an yok olan, zamanın kaçış çizgilerinde var olan ve silinen ve susulan.

Yazgı ya da yazılan; ki biz hep tek bir söz ile var olduk. Geçmişin loş imgesi, bir boşluğa bir düş giydirme girişimi. Dün bitti.

Yazdıklarına bir vantrolog gerekiyorsa, sözlerini kulağıma yaz lütfen. Eğer kendi sözünün tefsiriysen ve kulaklarına yazılamıyorsa sözcükler, ayaklarına yazmak ve kollarınla konuşmak gerek.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Haz Mekanları



Ütopya’yı yazarının fantezilerinin açıkça ifşa edildiği, bir arzu mekanı olarak ta ele almak mümkündür. More’un Ütopya adasını dış dünyadan tecrit etmek için tasarladığı önlemleri hatırlamakta fayda var.

Sonuçta Ütopya; onu kabul ya da tasvip etmeyecek, üstüne üstlük cezalandırmayı ve yok etmeyi göze alabilecek toplumun(dünyanın) karşında gizlenmiş; kendi içine kapalı bir mekandır. Tıpkı Sade’ın gerçek hayattaki La Coste şatosu ya da orada uygulayamayacağı fantezileri aktardığı Sodom’un 120 Günü’ndeki şato gibi. Barthes haklı olarak bu şatoyu, Fourier’in düşlemleri ile karşılaştırıp; ütopya sorunsalına bağlar.

Pasoli’nin Sodom’un 120 Günü uyarlamasını aslına gayet sadık bir analojiyse, Marco Ferreri’nin Büyük Tıkınması da bir o kadar özgün bir uyarlamadır. Dört orta yaşlı, aristokratın Paris’te tarihi bir malikâneye kapanıp tıkanarak ölme fantezisi, kuşkusuz haz mekanı olarak Sodom’a farklı bir bakıştır.

Büyük Tıkınma da kiralanan üç fahişe ve gönüllü zevk elçisi öğretmen Andrea’nın üzerinden erotik fantezilere yer verilse de, bu açılım oldukça sınırlıdır. Dört aristokratın temel emeli yeme-içme hazzıdır. Yiyerek ölürler ve yaşamlarını sorgularlar. Filmin en ilginç epizotlarından biri yemek masasında Locus Solus’un Gerçeküstücü yazarı Roussel üzerine sohbettir. Bu sohbetin Pasoli’ni deki karşılığı ise faşist şeflerin Dada üstüne nedensiz, neredeyse otomatik konuşmasıdır.

Breton da; tıpkı Sade ve Ferreri gibi Paris’e pekte uzak olmayan bir şato düşler. Engin yalnızlığın hakim olduğu, ahlaksızlığın mesken tuttuğu, olasılıkların randevulaştığı, erkeklere aşkın efendisi (!) olmayı vaat eden bir şato. Breton’un şatosunun kapısı dışarıya hep açıktır ve birinin hayata geçirdiği arzusu, bir başkasına zarar vermez düsturu üzerine kurulmuştur:
Fantezilerimizi özgür bıraktığımızda, gerçekten onlarla yaşamamız mümkündür(Sürrealist Manifestolar, 6:45 Yayıncılık, 2009, sayfa 21-22).

Tam da Sade Markisinin mezar taşına yaraşır, bir son söz!

R.A.
Ekim-2010(Üsküdar)

ps: Karga mecmua-Ocak sayısında yer almıştır.

17 Ocak 2011 Pazartesi

16 Ocak 2011 Pazar

Otomatik Bir Konser Kaydı

Zamanın donduğu bir uzamdayım. Oysa ne kadar zordur, böyle bir sözcüğü kurmak. Ve ne kadar tuhaf ve metafizik bir algı-anı başka uzaylarda. Ama burası Kadıköy, hala ilk gençliğimizdeyiz, kulağımın hemen kenarında nereden çıktığı belirsiz bir sivilce.(üstelik hiç tanışmasak daha iyi olurdu)

Kusura bakma yaram çok diyor, Cenk Taner ve ben donmuş bir zamanın keyfini Karga’da bira içerek çıkarmaya çalışıyorum. Kadıköy ise döngüsel ilk gençliğim. Umarsızca arıyorum, bendeki eski ben’leri. Kuşkusuz bu şarkıların yanıtı sadece burada olabilirdi, belki biraz Alsancak adasında. (ve her şarkıda bir kilise korosu)

Bu yalnızlar liginde ve 1 Kadıköy akşamında, tümel olandan korkuyorum. Buranın kaçı Kadıköy, kim nerde geldi bunun için; normal denilen anlarda demografik tablolar hiç yapmadık ki; ben bu dünyaya misafir. Hemen karşımda kadın sandığım bir adam, durmuş değil donmuş zamanda, o ince belirsizlik.(Saint Joseph kızları bahçenin neresinden kırarlardı okulu?)

Ben bir kayıt cihazıyım, bir makine sadece yazmaya; bunu çok söyledim, ama hep unuttum. Tek cümle bulmak yeterdi, çekmek için ipin ucunu, barikatlar çoktan geçilmişti ve barikatlar aslında hiç yoktu.(durdu uzam, hiç vakti değildi ve ölesiye açtı akşamlarda, yıldızlar)

Et çevirmişti etrafımızı, belirsiz boş uzaylar. Klostofobi kovduğum ve kovduğum ve kovduğum annemdi (rüyalarımdan)…
An durduğunda –ki o bir fotoğraf karesidir- kendime baktım dibini yakalamış bir 50’lik biranın sönmüş güneşi altında. Hiç birimizin yaşamadığı bir tarihin kahramanı olabilirdi, Cenk Taner; tek kişilik savaşların, hep gitmek isteyen seferisi…

Geriye bakınca tuza dönen 1 kadın ve kendi krallığını yeniden kurmak isteyen çocuklar. Oysa kum kalelerden stratejik hesaplar olmazdı. Ve kaybetmek ışıltılı bir masaldı, ilk gençlikte. (oyunlar çoktan unutulmuştu, makyaj yapılmıştı sivilceli yüzüne. ve hiç düşünmüyordun, durmuş an’lar da toza dönebilen Moda kayalıklarını)

Biz bize yaşar gider miyiz, donmuş zamanın klostofobik ufuklarında ve geride kaynayan kazan kör bir köyün kahvesi. Belirsiz izler var boşlukta. Hiç kaybetmemiş bir kitlenin yenik şarkılara sarıldığı, 1 soğuk duş sonrası, sadece gerçek olma provaları.(takvimler günlük birer gazete, tüm saatler uzuvlarını bıraktığında)

Tek derdimiz, 1 adım, tek kıvrım gerçek olmak. Terk edebilmek için yaşamak lazımdı, kesik açılarda belirsiz kadrajlar olabilirdik. Loş ışığın altında anlamsız bir lodostu, Karga bir şapel olabilirdi, diz çökmüş kazananların, zafer sarnıçlarında…
(bir masa üzerime doğru ilerliyor ve sonuç: Türk votkası bizi zehirliyor, güneş tersyöne ilerliyor ve belirsiz bir kedi var, tanımadığım bir kadının anneannesi isminde)

Yerel figürler var bu adada, kendi tarihlerini bir semte sticker ile yapıştırmış; sadece kendi egosuna ihtiyacı olan insanların uğultusu. Sakinleşecek oysa her şey, durulacak bu koca et-uzam.

Herkes siktirip gidecek, yine biz kalacağız.
Herkes siktirip gidecek sadece yaşanmışlıklar kalacak.
(bu cehenneme yaşam bitecek bir gün, teklik ile besle varlığını, sonsuz koca bir çöl olsa da)

Ben uzun bir düş diledim donmuş zamandan, durmuş zamana doğru uzun uzun ve yaban…
Kendimi silmek istedim sadece, bu yalan diyardan, eski, duru ve hala ışıltılı bir Cenk Taner ezgisi eşliğinde…


Karga Mecmua, Ekim 2010 tarihli sayında yer almıştır.

10 Ocak 2011 Pazartesi

mezarlık konseri

her yer muhafazakarlık, küresel bir çelik kafese kapatılmışız.
ideolojilerle oyun hevesi bunu açıklayamaz.
ben kuş olmak isterim; tıkıldığımız koca binalardan, otoparklardan, katlıotoparklardan, avm'lerden öte bir başka gerçekliğe doğru, kanat sesleriyle..
kan..
at.

6 Ocak 2011 Perşembe

Mémoires... Guy Debord/Asger Jörn





1959 kollektif, detournémont, action-artbook

2 Ocak 2011 Pazar

Linguistik Tahkikat

susma hakkı
Aras Keser 1 sabah Kadıköy’den Basmane’ye yürüdü
yürüdü de sor bak kaç gemiördü Marie Toyen?

sükut simyası
eski tapınakları kesip baktık
aslında ne güzel çocuklardı İskender müritleri.

konuşma!
Bağıntı kuramına göre canlandırma iki biçende kullanılır:
i)betimleyici(desciptive), ii)yorumlayıcı(interpretive).

dil-siz
az situasyonist
çok enternasyonal
açık hava korsanları
öykü ile sevişmek ensesttir!

ses hızı
Genel düşünce dizgelerinde gerçekleştirilen süreçler, eksiksiz önermelerin oluşturulmasıyla sona ermez.(çeviribilim,sf102)

suskunluk adabı
sabırsız dış hatlar terminalleri haykırışlı
kimse vaktin de gelmez ki!

Sessizlik lütfen!
kadın pilotun anatomisi sarsıntılı retorik
tüm apandisit sıvıları patlamalı!

14.06.2010

ps: Karagöz dergisi,sayı 12'de yayınlanmıştır.