7 Ocak 2009 Çarşamba

in the Mood of Love

İn The Mood of Love/2046
Kayma zamanda mı, yoksa sadece kafamda mı, bilmiyorum. Yıl belki 2006; belki de 2046’ydı...
İşlek bir Pazar yeriydi, sen makarna almaya çıkardın ve hep yağmur yağardı. Ben sadece tarlanın bir köşesine saklanmış bir korkuluk gibi sana bakardım; bilmezdin… baktıkça, sen bir deniz olurdun içimde ve içim içine karışırdı; bilemezdin….Bu kayma kafamda mı yoksa zamanda mı?... anlamazdım…
Sadece tuhaf rastlantılar yan yana getirmişti ikimizi, birbirimizi tanımazdık.Uzaktan her baktığımda,sen gerçekliğinden kopup mitolojik bir figür haline gelirdin; anlayamazdın…Sonra sende fark ettin, hissettin; o güzel şarkıyı mırıldandık. Beraberce geçen her an bir şiir dizesiydi, yüreğimizde birer kuş çırpıntısı…sen kışkırtmıştın beni yazmaya, tarihi bir romandı yazdığım; şimdiki ise bir bilimkurgu. Ama sen yağmurun altında o duvar dibinde başını eğdin. Oysa provaydı hepsi; sadece prova.
Cüret edemedik gerçek ile yüzleşmeye. Onlar gibi olamayacağız demiştik oysa…-gidince ara beni, 3 kez çaldır ve kapat. Ve emin ol, biz onlar gibi olmayacağız…Yalandı her şey belki de, tüm varoluş gibi. Çorak ruhlarımızı birbirimizle var edebiliriz sanmıştık. Sonunda istediğimiz oldu; biz de onlar gibi, diğer herkes gibi olmuştuk. Tercihler üzerine kurulmuştu yaşamlarımız ve rastlantılar sadece geçici birer serap gibiydi…
Metroya bindi genç bir adam, kaderini aramak için yollara düşmüş kederli bir yolcu gibi. Bir otel odasında saklımıydı sır yada bir taş kovuğunda? Belirsiz izlerin peşindeydi sadece ve geçmiş her sabah uyanılan berbat bir kabustu. Mutlaka gelecek bir zamandı.Ama Gerçek hep geriye dönüyordu… .
Bir otel odasında saklımıydı sır yada bir taş kovuğunda? Belirsiz izlerin peşindeydi sadece ve geçmiş her sabah uyanılan berbat bir kabustu….
-onlar gibi olmayacağımızı düşünmüştüm, yanılmışım
-bana aşık olacağını düşünmemiştim
-prova bu, sadece prova…
Yıl belki de hala 1962 ve ben içerek, kumar oynayarak, oburca bedenden bedene geçerek; zamanı geriye çevirmek istiyorum. Kadın bedenlerindeki izler üzerinden kendi zaman makinemi yapmaya çalışıyorum. Ama zaman geriye değil; hep belirsiz bir geleceğe akıyor ve ben kafamdaki kaymayı tutkuya değil; votkaya bağlıyorum.
Tutku bir hastalık, onu ne kadar kendimden uzağa yollasam geri geliyor; bir boomerang gibi. Belki de yüzden hava her kapandığında kendimi evime hapsetmeye çalışıyorum. Ama sonunda yine arzuma yenik düşüyorum. Ayaklarım beynimi değil yüreğimi dinliyor, sağanak yağmur altında o duvar dibine gidip; yitmiş gölgen ile kavuşma anının provasını yapıyorum.
Ama bir düş bu; sadece kırık bir düş…
İn The Mood of Love 2046 Senaryo&Yönetmen: Wong Kar-Wai Oyuncular: Oyuncular: Tony Leung, Maggie Cheung… Tony Leung, Takuya Kimura...

1 Ocak 2009 Perşembe

Eskişehir de Ne oldu?

Karlar şehrinde şiir ya da Porsuk Adasında 1 Grup Alien

Sıcak su müziği/C.B. Gecesi maksadıyla Bizans’tan yola çıktım-k… Sessiz sedasız neticelenen bu geceye düşecek şerhlerim var.

Öncelikle kafile… Bu seferde beraber olduğum sevgili Oya, Musa, Mayıs ve Alicankaralara çok teşekkürler.

‘Tedirgin nefeslerindeki baloncuklar kadar
Öpsen dudak kenarımdan
Abartısız herifliğimden utanırım, sabaha kadar’

Sonracıma Karadeniz Ereğli’sinden zor hava koşullarında kendi aracı ile gelen yarım saat iştirak edip geri dönen adını bilmediğim 6:45 okuruna, yanımız da oturup destek veren komik ve misafirperver Gizem’e, İzmirli Pelin Aybay’a ve barın köşesine gelip oturan ve gecenin her şeyinden acayip keyf alan tanımadığım çifte de çok teşekkür ederim.

‘anlamazlar ama rahatsız etmesinler
çocuklar yoksul ve mahcup
ama allahına kadar çocuk!’

Ilık su havasında geçen okuma gecesini gelip su ısıtan, kalplerimizde şimşekler çakan 2 özgüre; Özgür Tozan ve Asan’a yürek dolusu teşekkürler. Ki onlar Ankaradan ve İstanbuldan sırf bu gece için yola düşüp geldiğiler şiirleriyle rap’iyle fanziniyle, siviloğlu sivil yürekleriyle gecemizi şenlendirdiler…

‘Kustuysa bu şehir,
Terk ettiyse ölüme
Asın beni amına koyayım
Basmane meydanına!’

Özgürlere yarenlik kalabalık bir ekiple eden, şiir dinlemeye gelen, Eskişehir’in edebiyat dergisi Arkadaş ekibi ve Murat’a selamlar, sevgiler…
Erekte şiir manifestosu ile ilgiliyim diyen arkadaşa..
Cep telefonuna geceyi dinlerken duygulanıp şiir yazan ve gelip yanımızda okuyan Eskişehirli gence deJ


‘soktumsoktumsoktumtitreme aklını mı aldı makas!’

Tuvalet aynası önünde beni yakalayıp ‘hey bay Perşembe’ diyen ve geceye Hayalbaz tişörtü ile gelen Kadir’e, arkadaşı Cemre’ye ve yüksek kafa adını unuttuğum kankilerine de bol selam, sevgi…

‘Yabancı bir sistemde lekeydi sancımız
Kadavra
Ayaklanan, ayaklarıma dolanan sokaklar boyu karanlıkta
Haykırır hayali: biz deliyiz vazgeçmeyi bilmeyiz!’

O gece bizle olmak isteyip olamayan telefonla, mesajla dayanışmalarını sunan tüm dostlara…


‘Yana yana döne döne gideriz
Biz dostu da düşmanı da biliriz’

Okuma gecesinin diğer reader’ı, enerjisiyle geceyi yükselten dostum Şenol Erdogan’a,
Geceyi başından sonuna Natilus’u götüren Nemo gibi keyifle yönlendiren, kumanda masasındaki Mehmet Ada’ya çok teşekkürlerle…

Eskişehir de boşluğa karşı şiir okunmuştur, sıcak bir su ritmi ile selamlar yeni nice özgür okuma gecelerine!


Bay Perşembe
31.12.08

26 Aralık 2008 Cuma

Yine mi 68 Bebek ya da Yeni Bir strateji Yok mu?


ADI VAR KENDİ YOK
ŞENOL ERDOĞAN’IN 19 OCAK 31 OCAK TARİHLERİ ARASINDA GERÇEKLEŞTİRECEĞİ SERGİMSİ GÖSTERİ KARGARTTA YAPILACAK. BU PROJE ICIN YAZDIĞIMIZ METİN AŞAĞIDA YER ALMAKTADIR:


Yine mi 68 Bebek ya da Yeni Bir strateji Yok mu?


Yıldönümleri zamanın yıpratan izlerini bir nebze hafifletirken, geçmiş dediğimiz ayna yardımıyla geleceğe ışık tutma çabalarımızı da içine alır.
Muhafazakar nostaljik artı-keyiflerin peşinde koşmayan eleştirel teori; bu güne dünden, yarına bu günden ve hepsine gelecekten dönen Gerçek’e dair bilginin peşindedir. Uyanık, kahince bu arayış, geçmiş unutulmuş insanlık anlarına dair kıyamet sezgilerini de kelimenin en Benjaminci anlamında içinde taşır…Yıl 2007; Punk’ın 3o’uncu, Che yoldaşın katlinin 40. yıl dönümü… Yıl 2008; Mayıs ayaklanmasının 40.yıldönümü…
Geçmişin devrimci anlarına kaplan sıçrayışları yapamazken, bu günün teorisine dair devrimci bir silaha çeviremezken, kimse ölmek-öldürmek,yıkmak-yıkılmak istemezken. Herkes hırs, ego, sürekli gençlik, güç, para, şöhret peşinde koşarken. Gösteri kendisine karşı her şeyi bir nesneye çevirmiş ve her şey tüketilirken. Viet-Kong, General Giap, Ernesto Che birer sembol, 68 cool ve her şey birer markayken.
68’den 69 yapılabiliyor,1984 değil ama cesur yeni dünya günlerinde…Sistemin hazzı yasaklamasına gerek yok, arzunun bozuk para gibi harcandığı yerde. Her şey satılık.
Hey; duydunuz mu, her şey satılık,tin bile!

15 yaşında Che tşortü giymiş,aygında converse, zulasında cigara gizli gence kızamıyoruz ama çok değil az ötede Alexis kardeş ölebiliyor umarsız, çığrından çıkmış bir mayıs günü gibi…

Post-Modern Çağların Semptnomu Olarak Nostalji

Post-modern kültür, retro ya da nostaljinin patlama anı olmuştur. Sürekli bir büyüsel geçmişe döngüsel bir zamana hap solmuşuzdur. Gelecekten bir beklenti şansı yoktur, hatta gelecek şu an çoktan tüketilmiş hiç yaşanmayacak, boğucu bir şimdi’den ibarettir.
Kültleştirilmiş bir eskiye sürekli zaman yolculukları yaparken sürekli sayıklamalıyız: ah o güzel günler, düşler…

Geçmişe dinsel bir kült değeri atfederken aynı zamanda kösnül bir erotizmi de gark etmekten geri durulmaz. O’geçmişte tüm penisler erekte ve tüm vajinalar ıslaktı. Bu sayede sadece geçmiş düşünülüp; özgürce mastürbasyon yapılabilir,geçmişin ağır yükü altında herkes kendi iç uzayına hapis, kösnül tatmin olma fantazyaları kurabilirdi. Tıpkı sistemin ürettiği ara yüzeyler, siber-uzay gezintileri sanal gerçeklik gibi.

Deniz ve arkadaşları iyi insanlardı, çünkü onlar kimsenin canını almamışken idam edilmişlerdi. Mahir ve arkadaşları kötüydüler, çünkü onlar can verir gibi can da almayı bilmiştiler. Yeni-düşün sisteminin bize sunduğu kodlar vardı sadece, melekler ve şeytanlar, düşkünler ve azizler.

68 hoş bir eğlenceydi; sex, drugs and rock’n roll… Hippyler ve junkler, gurupiler ve Andy Warhol. Herkes 15 saniyeliğine meşhur olabilir, Godard ise sadece tefekkürcü bir tarikat.

Punk mı? İstiklal caddesinde, Kızılay da yada Kıbrıs Şehitleri caddesinde, 1977 yılından bir punk’ı zaman makinesi ile ışınlasak sanırım ’vay be’ derdi; ‘no future-dedik ama yanlışmış. Sokaklar artık punkların’.
Punk’ı ruhunda, bedeninde yaşayan gençler bu günlere gelmeden ebediyet ile çoktan buluşmuşken, madam Westwood o yağmurlu 77 mayısından, bu günün ışıltılı dünyasına gelebilmişti. Punk içi boş bir şekil üzerinden bir endüstriye dönerken; sevgili bay burjuvazi muhalif her durumu kendi ırmağına doğru döndürme de ustalığını konuşturuyor. Gösteri kazanmaya devem ediyor,bizler oyunun anlamını yitirmişken…

Ölen bir devrimciyi önce ikona, hemen ardından her zaman hedef kitlesi geniş bir tüketim nesnesine çevirebilme gücü de, Marx’ın devrim yapmadan duramaz dediği burjuvaziye ait. Katledilişinin 40. yılında Che’nin hayaleti her kesimin sömürdüğü bir nesne halinde dolaştırılmak isteniyor şu köhnemiş dünyada. Küresel kapitalizme söyleyecek sözü, yapacak muhalefeti olmayanlar Che adına binlerce etkinlik, ürün ortaya atıyorlar.
Che’nin katlinin kuşkusuz en büyük artçı sarsıntısı 68 Mayıs’ında bir çığlık olarak kopmuştu. Kaldırım taşlarının altındaki kumsalı düşleyebilen barikatların gençlerinden; 2008’nin güncel sanat istismar dünyasına bakmak bile yanlış olacak. Marksist iddialı Bianeller görmek varmış serde, Brecht’in dediği gibi’ ne yazık ki onlara kahramanlara ihtiyaçları var’.Büyük söylemlerin ölümüne halaya duranlar, kentsel dönüşüm projelerine karşı medyatik-gerilla savaşları(!) açıp ruhsal dönüşümün tahribatlarını es geçenler , salt gerçekçi olup imkansızı unutanlar; geçmişin ‘o’ güzel günlerine karşı koca bir 31 çekiyorlar. Sokağın sanatçıları kültür endüstrisine sövdükçe onlar üzerlerine alınıyorlar, gösteri olmadan varlık gösteremeyecekleri bilinciyle.

Bir Sergi ne Başarabilir?

Önümüz de post-Situasyonist bir sergi var. Sanırım bu ülkedeki ilk post-situasyonist sergi. Sonuçta; Kasım 2008’deki benim de aktivistlerinden biri olduğum ‘bu bir situasyonist sergi değildir’ etkinliği , Situasyonist Enternasyonel’e avant garde gelenek ile sokak sanatının birleştiği bir yerden bakıyordu. Situasyonist ya da post-Situasyonist bir iddiası yoktu.
Oysa Ş.E ya da new media theory grubunun sergisi salt saptırma ve çalıntılama cephanelerinden oluşarak bu güne dair post-Situasyonist bir söylem ve imge üretiyor. Sonuç cüretkar, isyankar ve prokavatif bir söyleme sahip bir iş ortaya çıkıyor. Oluşturulan kolajlardaki dil ile onlar eşlik eden metinler ister beğenin ister beğenmeyin bir uyum içinde. Böylece liberter bir dil ile geçmiş ve gelecek, gösteri ile kanıksama, sözde solun reformizmi ile çalınan arzuların taşıdığı potansiyel ameliyat masasına yatırabiliyor.



Teknokratik tüketim toplumuna karşı doğalın nefesi, sözde dini temelli iktidarın söylemine karşı ontolojik bir inanç, ah o güzel günler nostaljisine karşı yeni söylemler ortaya konabilmiş. Ortaya konan işlerde, estetik bir çabaya girilmemiş olmasını boş verin, zaten yıllardır güncel sanat adına aynı kitsh bulamacını tüketmemizi istemiyorlar mı?

Yaşadığımız bu ülkede bu güne dair sorgulamalara girmek ve oradan geçmişin retro keyfine değil, geleceğin otonom, lidersiz alanlarına dair cümleler, imgeler üretmek. Çalıntılama ve saptırmadan yola çıkıp, yaşadığımız güne dair provakatif, porno-politik bir söylem üretmek, işte bu sergi bunu başarabilir!
Bay Perşembe

22 Aralık 2008 Pazartesi

eskişehir


şiirlerle orada...

15 Aralık 2008 Pazartesi

özgürlüğün hayaleti dişlerinin arsında bıçakla gelir

Sosyal baskının en ağırı soğukkanlılıkla burulmaktır. kaldırımlardan sökülüp polis kalkanlarına ya da ticaret tapınaklarına fırlatılan her taş, gecenin karanlığında gökyüzünü aydınlatan her şişe, onların ve bizim bölgelerimizi bölen sokaklara kurulan her barikat, insanları tüketici olmaktan çıkaran devrim ateşinin her alevi ışığında ayın altında kaldırılan her yumruk, sadece direnişe kol kazandırmıyor ama özgürlüğe gövde veriyor.
şimdi hissedilen bu özgürlük hissi çocukken sabah kalktığımızda hissetiğimiz ve her şey olabileceğimiz anlardaki hislerimize benziyor her şey olabiliriz uyanmış yatarıcı insan olarak bizden beklenen "itaatkar nesne", " öğrenci" "yabancılaşmış işçi" "mülk sahibi" "aile kadını/erkeği" olmak zorunda değiliz artık. özgürlük düşmanlarıyla yüzleşiyoruz artık, onlardan korkmuyoruz. bu yüzden eskiden olduğu gibi işlerine dönmek isteyenler korkuyorlar. özgürlüğün hayaleti her zaman dişlerinin arasında bıçak tutarak gelir, zincirleri kırmak için şiddet bu zincirlere bağlı olarak sefalet içinde yaşayanları özgürleştirir.
yine de 6 aralik cumartesi akşamından beri bu ülkenin şehirleri düzgün işlemiyor, alişveriş terapisi yok, bizleri ise götürecek açık sokaklar yok, hükümetin durumu düzeltme insiyatifine dair haber de yok, insanları endişeden uzak alışverişe yönlendirecek tv programları da yok, meydan gecelerinde arabalarla gezmeler yok vs. vs. vs. bu günler ve geceler tüccarlara, tv sahiplerine, bakanlara ve polise degil, alexis'e ait.
Gerceküstücüler olarak binlerce başka insanın yanında, başından beri sokaktayız ayaklanmayı paylaşmak ve dayanışmak için; gerçeküstücülüğün nefesi sokaklarda olduğu ve sokakları asla terk etmediği icin.Polis cinayetinin ardından devlet katillerinin önünde sokağın nefesi ve direniş çok daha yaratıcı bir hale dönüşmüştü. harekete yol vermek elimizde değil ve gücümüzü aşıyor. yine de özgürlük mücadelesindeki sorumluluğumuzun farkındayız. olayların bütün yüzleriyle ayni fikirde olmasak da ve özellikle şiddet kullanımına katılmasak da, bu olayların bir neden yüzünden ortaya çıktığının bilincindeyiz.
Bu ateşli nefesin gücünü kaybederek sönmesine izin vermeyelim.!
hadi bunu betondan bir ütopyaya dönüstürelim:

dünyayi ve hayatı dönüştürelim!
Polisler ve onlarin efendileriyle uzlaşmak yok!
Herkes sokaklara!
Öfkeyi hissetmeyenler susmalıdırlar !

Atina Sürrealist Grubu, aralik 2008

9 Kasım 2008 Pazar

Bay Perşembe action: Bu 1 Situasyonist Sergi Degildir!




sokaklara dağılan şiir şişeler, bu kez de sergi alanından sokağa aktı...

A olarak tasarlanıp izleyicinin sokağa taşımasına davet edilen şişelerin 1 gün sonraki ve önceki hallleriyle...