Anadolu tasavvuf düşüncesi;
iktidarlarla ile bütünleşmiş dinsel elitlerin tüm dezenformasyon çabalarına
rağmen, sürekli çağıldayan heteredoks bir pınar olmuştur. İdrak’a giden pek çok
kapı, yol, geçit vardır. Açtıkları kapılar, Taptuk Emre’yi tefekküre, Şeyh
Bedrettin’i ütopik bir isyana, Ömer Hayyam’ı ise şiirle, sözle sonsuzluk ile
bütünleşmeye götürmüştür.
Hayyam, öbür dünya vaadiyle
yaşamı ıskalayan Ortodoksluğa karşı asıl var oluşu bu dünyaya taşır. Arzular
ertelenemez, her şeye rağmen hayat, yaşamak içindir. Bu yüzden şiir, mey ve ney
ile yapılan deneyim, bir çeşit iç deneydir.
Neşe bir var oluş biçimi, onun biçimlendirdiği kara mizah ise eleştirel bir
silahtır.
Hayyam’ın açtığı yolun
Anadolu topraklarındaki en büyük erlerinden biri de Bodrum’lu göçebe şair
Neyzen Teyfik’tir. O ney’i dergâhlardan çıkarıp sokaklara ve meyhanelere
taşımıştır. Mala mülke tamah etmemiş, yersiz-yurtsuz ama kimseye eyvallahsız
yaşamayı seçmiştir.
Neyzen Teyfik’i, Anadolu’nun
gezgin ozan/aşıklarının sözlerinde, taşlamalarında, çocuk oyunları ve
tekerlemelerinde gün yüzüne çıkan kendiliğinden bir gerçeküstü geleneğin usta
bir sürdürücüsü kabul etmek doğru olacaktır.
“Memleketçe bilindiği üzere
bu yazıların hemen pek çoğu hastanelerde, diğer kısmı meyhanelerde, baştan
çıktığım perişanlık devirlerinde yazılmış veya sayıklanmıştır. Bersami
hamlelerin tufan ve girdapları ortasında dönerken, şuraya buraya veya hastane
duvarlarına karalanan veya mırıldandığım sıralarda tesadüfen yanımda bulunanlar
tarafından not edilen dağınık sözlerde, asla mutlak bir hikmet olduğunu kabul
etmiyorum.” (Bütün Kitaplar yay, 1961, syf:6)
Kara mizahın büyük ustası,
hürriyet aşığı; düşünür, şair ve saz üstadı Neyzen Teyfik’i, kadehlerimizi
şerefine kaldırarak selamlıyoruz.
Rafet Arslan