5 Eylül 2016 Pazartesi

Ariel Pink ve müziği hakkında ne söylemeli bilmiyorum.

Ariel Pink ve müziği hakkında ne söylemeli bilmiyorum. daha çok onun yaşattığı ve yaşatmadığı hislerden bahsedilebilir belki de. Onun müziğinin ruhu geç dönem Tarantino ile erken dönem Paul Verhoeven filmlerinin birleşimi gibi bir eksik üzerine kurulu bir bütün. ekşi ve rahatsız edici bir şaka gibi. Freak ile pop arasında- bizarre bir ilgi. Acemilik ile deneyin, çiğ'lik ile estetin garip bir bulamacı gibi. Jameson'un postmodern üzerine dikkat çekici makalesinin merkezinde yer alan retro mevhumu artık 21. yüzyılın döngüsel kabusu oldu. Hiç bitmeyen bir 78-84 arası ve ona erkenden(ve de çaktırmadan) sızmış 66-72 arası kültürünün bulamacında yoğrulup duruyoruz. Postpunk kültürün en yüzeye çekilmiş, kabul edilebilir hale gelmiş yüzü ile sadece bir rüya anına dönüşmüş saykodeliğin bir çeşit ensest üremesi gibi. Geçenlerde bir arkadaşım Donnie Darko'yu bir daha izlediğinde eski heyecanı duymadığından bahsetmesi rastlantı olmayabilir. Artık 80'ler retrosu tasarımdan ikonografiye, müzikten tipografiye her şeye hakim değil mi? Stranger Things ile 3 kuşağın anında büyülenmesi başka nasıl açıklanabilir? Artık her şey pastij, her şey önceki bir şeyin yeniden modüllenmesi, her şey kolaj değil belki ama yapıştırma. ve tarihin artık türün medeniyetine ilerleme şansını yitirdiğini ilan ettiği bir çağın yazgısı olarak bitmez ve tükenmez retro döngüleri. Tüm bu toz duman içinde Ariel Pink nerede duruyor? O herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak diyen kahin Warhol'dan öte, herkesin kendi sayfası ya da kanalından süresiz meşhur olabildiği bir çağın kurbanı ve çocuğu gibi duruyor. Taytlı spor yapan, but gösteren kadınların ve kır saçlı kaslı atletik adamların binlerce takipçisi olabildiği bir çağın göçebe değil ama yüzer-gezer müzisyeni. Felaket ile harika arasında hiç açıklanmaması gereken bir yerde..

Hiç yorum yok: