Belki de şöyle başlamalıyım sesli konuşmaya, sistemin hafızaları silmesine gerek yok, kimse düşünmüyor; hatırlamıyor. Ölülerin ardından hep ‘unutmayacağız’ diye haykırılan bu çöl ülkesinde. Ancak bir düşünce çölünde hep ‘unutmayacağız’ diye kendi kendimiz manipüle edilir. Bir avuç insanın ‘unutmayacağız’ amentülerinden fışkıran hüzün, bozuyor dengemi; yön duygum birden yitiyor.
Saklı
İlk gençliğim, 80’li yılların sonu, 141-142’den yargılanmanın ‘o’ tuhaf ağırlığı. Sanki yüzyıllardır süren bir düşünce bende vukuu bulmuşta, açılıyor önümüzde kapılar kitli. Oysa şimdi, sokakta Komünist dergisi satan onlarca genç görüyorum, o dergilerin o düşünce ile bağı yitmiş olduklarını biliyorum, insanların ilgisizliğini ve kesinlikle sansüre gerek yok. Hatırlıyorum, canım sıkılıyor.
Kalıntı
Günler geçmiyor ki, sokakta cadde de ‘beni tanıyan’ insanlar benle selamlaşmasın, konuşmaya kalkmasın. Ben korkuyorum sık sık, çok az insanı hatırlıyorum, inanın. Ne ses ne de yüz bende hiçbir çağrışım yapmıyor bazen; oysa karşımdaki benim hakkımda çok şey biliyor, sorular soruyor, bende hiçbir sinyal çakmıyor, hiçbir ışık yanmıyor. Korkunç, hatırlamıyorum, kırmadan çaktırmadan kaçıyorum o insanlardan. Alkol beyin hücrelerimi öldürmüştür diye, kendi kendimi avutuyorum.
Artık
Post-modern kent dev bir kargaşa; arı kovanı. Okul taksiti, kredi kart extresi, köprü trafiği, uçak bileti, bir mesaj at ezan sesi cebine, süper ligde büyük gelişme, meclisten şok haberler, flaş flaş: seksi yıldız burnunu aldırdı.
Sürekli koşuşturuluyor, acele ediliyor güne, saklanıyor herkes kendi’nden; kaçıyor benliğinden.
Dikkat! Dikkat! Açıklıyorum, hepimiz birer kara deliğimiz; kendi hiçliğimize evrilen.
Kalan
Bazen bir P.K. Dick romanında yaşıyormuş hissine kapılıyorum. Diyorum ki tüm bu ekranlar, reklamlar, fiber optik ağlar unutmamız için. Serbest seçim sistemi, Tüik anketleri, nüfus sayımları, demografi tabloları, muhtarlık büroları, polis kayıtları unutmamız için; ürküyorum. Dev bir makinenin esiri görüyorum ruhumu, oysa uçmak ister bir akşam alacasında Moda Burnu’ndan göğe doğru…
İşte bu yüzden düşünüyorum sık sık neden hala yazdığımızı, hala neden çabaladığımızı. Bizi 20. yüzyıl boyunca ‘demirperde’nin sansürleri, Gulag umacıları ile korkuttular. İşte o zamanlarda Amerika da Ursula K. Le Guin diye bir kadın, piyasanın doğal sansürünün en az Gulag kadar tehlikeli olduğunu yazıyordu. İnsanın bir tüketim makinesine döndüğü bir dünyada Büyük Biraderlere gerek yok. Herkes kendi kendinin Stalin’i…
Kronos
Zaman hepimize düşman; bizim değil amnezinin yoldaşı olan. Bedenlerimizi, zihnimizi, anılarımızı, bozgunlarımızı, yaşamdan aldığımız tüm acı dersleri toplayıp uzayın boşluğuna fırlatan.
Ey Kronos, asla affetmeyeceğim seni…
İz
Var oluş karşısındaki çaresizliğimizden tüm yaptıklarımız; topu topu bir avuç insan. Yazıyoruz, şarkılar besteliyoruz, resimler çiziyoruz; hep bir iz bırakma kaygısı. Yaşamanın kendisinin sanat olmadığı bir barbarlık çağında, zihinsel-estetik yapılar kurmaya çabalıyoruz. Her şey ışık hızında gelişiyor, her şey anında yok oluyor, sanki parlayıp sönüveriyor.
Ve korkunç bir ironi, uzay boşluğunda çınlayan Beatles şarkıları…
Yitik
Döngüsel takıntılarda belki de melankoli gibi bir hastalık. Dönüp dönüp aynı kitapları okumak; aynı melodilerde, karelerde takılı kalmak. Süreli devam eden bir hafıza tazeleme ayrıntısı.
Paul Auster/ Cam Kent… Birkaç yılda bir tekrar okurum. Bu dünyadaki sürgünlüğümüzden, şehrin lâbirentlerinden, zamanının hırsızlığından öte bir yazarın yalnızlığını alıp yüzümüze vurduğu için.
Tren istasyonunda bir kadın amatör dedektif yazarımızın kitabını okumaktadır. Yazar, kadınla sohbete başlar, kitap üzerine sorar-sıkkın da olsa kadın yanıtlar. Soruların ardı gelmeyince en sonunda şöyle der kadın(hafızamda kaldığınca):
Altı üstü bir kitap, vakit geçirmeme yarıyor, neden bu kadar büyütüyorsunuz?
Gölge
…çelişik bir şey hem var hem yok; hem yansıttığı hem de bir başkası. Ayna değil misal ya da kaydı yansıtan ekran. Gölge var olurken silinen bir bilmece belki de; mesela kitaplar birer gölge…
Yaşamak için acele etmek lazım demişti hala yaşayan kütüphane adam Ray Bradbury. 20. asrın ortasında itfaiyecilerin görevlerinin kitap yakmak olduğu bir kara gelecek düşlemişti; olmasını engelleme vuslatıyla.
Fahrenheit 451 romanın kahramanı itfaiyeci Montag kitaplar ile uyanır etrafını çevreleyen kabustan ve kaçar kırlara gizlenen asilerin yanına. Fakat asilerin ütopyası da oldukça ikirciklidir, çünkü onlar kitap-insanlardır; hepsi birer kitaptır. Bu yol ile insan uygarlığının önemli değerlerini yani ezberleyerek geleceğe taşıyacaklardır.
Ey akıl, hep oyunlar oynuyorsun bana, siliniyor ne yazık gölgeler zamanın uçsuz dehlizlerinde.
Kayıt
Sözlü hafızanın uçuculuğundan tüm bu yazılı kayıtlarımız. Hala yazıyoruz, kimsenin okumayacağını bile bile...
11 Mayıs 2010- Yel değirmeni
Bay Perşembe
1 yorum:
Rafet, "aslolan dostlardır" ise, onların çölde kaybolmalarını kararında engelleyecek izler bırakmak az şey olmasa gerek. Elbet arzu edene kaybolmanın yolunu da gösteren izler.
Yorum Gönder