8 Mayıs 2012 Salı

Şuuraltı Operasyonları sergi Mülakatı-BirGün gazetesi


Şuuraltı yolculuğuna bir bilet lütfen

BURCU ÇELİK 
Rafet Arslan; Onu sürrealizm, dada ve sitüayonizmin günümüzdeki mirasını yeniden düşünen bir sanatçı olarak tanıyoruz. Yıkım 2011, Ubik Project gibi, son dönem ses getiren sergilerin koordinatörlüğünü yapan Rafet Arslan ile 2 Haziran'a kadar Sanatorium'da devam edecek olan “Şuuraltı Operasyonları”nı ve  çağdaş sanatı konuştuk. 
»Rafet Arslan kimdir, biraz bize kendinizden bahsedebilir misiniz ?
Rafet Arslan; çok uzun yıllar boyu yeraltında üretmeyi seçmiş, şiirle, hikâyeyle, kavramsal sanatla, performans ile kendi ruhunu, imgesini inşa etmeye çalışmış; dünya ile derdini formlara dökmüş biridir. Her şeyden önce de Eylül’ün babası. 
»Bu sergiyle kitlelere, topluma, insanlara bir mesaj ile gönderme yapıyor musunuz?
Sanatım bireyseldir ve de özellikle toplumdan; çoğunluğun ezici yargısından sakınır. Deneyimden ve gaibin kadim bilgisinden beslenen bireysel üretimim; hiçbir şekilde mesaj kaygısı taşımaz. Tabii bu hassas direnç noktam, sanat için sanat ürettiğim anlamına gelmez. Bilinçli, idrak etmiş öznelliklerle iletime geçme çabası benim için önemli. Kendi imgemi, 150 yıllık avangard sanat geleneğine ve onun toplumla, insanla, uygarlıkla sorunlu radikal politik hattına bağlayabiliyorsam ne mutlu. Bu beni mutlu eder; zaten “güncel” bir avangard söylem yaratma hevesim bundandır. 
»Yaklaşık 10 yıldır çalışmalarınızı yapıyor ve pek çok kolektif işte de işleriniz sergilendi, ama ilk kez kişisel serginizi açıyorsunuz. Neden bu kadar beklediniz?
Farklı alanlarda, disiplinlerde düşünen, yazan, üreten biri olarak farklı yoğunlaşmalar, demlenmeler, çarpışmalar, çakışmalar yaşaya geldim. Ama yüzeye çıkmamak, kendin için üretmek, yeraltının kapısını tık tık’lamak, sokakla yaşamak, göçebe ruhu uzun yıllar üretimlerim ile iç içe geçti. Bu anlamda yüzeye çıkmaktan çok, yıllardır yan yana biriktirdiğimiz emeklerin, yaratıların, imgelerin artık yüzeyce kabullenildiğinden bahsetmek belki de daha doğru olur. Yıkım 2011 sergimizin ya da ‘Çağdaş Sanat Manifestoları’ kitabımın yarattığı etki gibi. Bu anlamda sergim zamanlamasını kendi seçti; olması gerektiği zamanda gerçekleşti diyebilirim. 
»Serginin adı çok ilgi çekici, neden “Şuuraltı Operasyonları” ?
Şuuraltı Operasyonları, izleyiciyi benim içuzayıma, bilinçaltı kanallarıma; yani en öznel dünyama davet ettiğim bir içsel sergidir. Yaklaşık 3 yıldır üst üste binen üretimlerimi bu başlıkla değerlendiriyordum. Bu anlamda izleyiciyi en samimi olduğum alana, bir bakıma atölyeme davet etmiş gibi kendimi düşünüyorum.
Ama bu operasyon/deneyim dökümlerinin samimiyeti, sıcaklığı kadar tekinsizliğinden de bahsedebilirim. Çünkü bilinçaltı, kişisel olduğu kadar toplumsal izlerin şifrelerini, travmalarını, sarsıntılarını içlerinde taşır. Zamanın ve rasyonel aklın kısa devre yaptığı bu uzaylar, düş gücünün olanca yırtıcılığı, yıkıcılığı, baştan çıkarıcılığı ve entropi ile barışıklığıyla imgelere yansır. Bu yüzden bu operasyonlar estetik oldukları kadar şiirseldir de aynı zamanda.
»Gündelik hayatımızı işgal eden sahte gerçekliklere karşı, karşıt kültür oluşturmaya çalışıyor ve gerçekliğin çoğunluğun tahakkümü olduğunu söylüyorsunuz bunu biraz açabilir misiniz?
Sistem bize sürekli verili gerçeklikler ve bunlara bağlı kodlar sunar; tüm gündelik hayatın akışı da bunların üzerine kuruludur. Artık reklamcılık, siyaset, televizyonculuk, pazar yoklamaları aynı şey haline geldi. Kitle beğeni ve tepkilemeleri de tüm bunlar üzerinden kuruluyor. Sanatın tüm bu “sahte” gerçekleri sorgulamak için en uygun araç olduğunu düşünüyorum. Farklı sanat dallarındaki insanların yan yana gelip düşünmesi, üretmesi, kolektif imkân ve enerjileri yoklaması bu açıdan önemli. Kişisel sergim yanında, koordinasyonunda bulunduğum Gerçeklik Terörü projesi de bu sorulardan/sorgulamalardan yola çıkıyor. 
»Yapıtlarını nereye konumlandırmayı tercih edersin?
Modern sanat, algısının yaratıcıyı soktuğu soyutçu ya da gerçekçi, güncel ya da çağdaş kalıpları reddeder. Çünkü üreten kişi yapıtı aracılığıyla boşlukla yani sonsuzlukla bir iletişimin kapısını çalmaktadır. Bu iletişim/yaratı süreci; yaratıcıyı özneleştiren, özgürleştiren bir arzu sağanağının kapısını açar. Sanatla bu anlamda kavramsal bir bağ kuran, dert edinen yaratıcı, disiplinler arası değil, tüm disiplinleri bozan bir düzensiz, disiplinsiz söylem tutturmak zorundadır. Çünkü sorun sadece form üretmek değil, gündelik hayat denilen hapishaneden kaçış çizgileri yaratmak, yeni ütopik, auratik, otonom uzayları imgesel anlamda var etmektir.

"Başka Dünyaların Şarkıları" Rafet Arslan
Şuuraltı Operasyonları içinde..

Müzeye Girmenin 6 Kutsal Yolu


Genelde Oscar törenlerindeki kullanımıyla toplumsal imgelemde yer etmiş kırmızı halı, yıldızların ışıltılı gösteri dünyasına girişi de temsil etmektedir. Bence; kırmızı halı imgesi sanatçı açısından müzeye girme, yıldızlaşma, tescil edilme, onaylanma, içeri alınma, kendini ispat etme, onure edilme, yükselme-level atlama, tescillenme, kalıcılaşma, ölümsüzlük, sanat tarihine girme gibi zengin kavramları bünyesinde toplayan ve geniş eleştirel alt okumaya izin veren; eleştirel bir metafordur.

Özellikle 90’lardan beri patlayan neo-liberal politikalar da sanat piyasasının yükselen konumu ve ona bağlı “star sanatçı” sistemi, sanat üretimine dair her şeyin piyasa normlarınca belirlenir hale gelişi, piyasanın sessiz sansür ve mobbing sistemi, sanatçının bir aydın, münevver, entelektüel kimliklerinden soyundurulması ve piyasaya göre üretim yapan bir tasarımcıya dönüştürülmesi, piyasa normları dışında hareket eden sanatçı öznelerin “loser” konumuna indirgenmesi ya da sukut suikastı ile yok sayılması realitesin sorgulanması bu mekan düzenlemesinin ana konseptini oluşturur.

Market arabası ise, en düz okuma ile piyasanın görünmez elini temsil eder. Kırmızı halıda yürümeye başlayan sanatçı; o ışıltılı yolda yürürken elinde naifliği, düşlerini ve yapıtlarını taşımaktadır. Yürüdüğü halının sonu müzeye girmektir ve o yolun sonunda sanatçı bakarken taşıdığı yükün önemli bir bölümü, elinden alınmış ve yolun sonundaki “marketing” arabasına yerleştirilmiştir.

Sonuçta müzenin temsil ettiği kültür endüstrisi alanı, yaratıcının naif içsel evreni ötesinde, koyu bir rasyonalite merkezidir. O halının sonunda ok yaydan(sanatçıdan) çıkar. Sanırım her sanatçının kişisel tarihindeki en önemli dönüm noktası; tam da bu an’dır. Nesneleşmek ya da radikal öznelliğinin tekilliğinde ısrar etmek. Müzenin içerisinde ve müzeye rağmen bir bağımsız varoluş seçebilmek.

Bundan sonraki sanat menzilinde ya bilinçli ve gönüllü olarak yükünü o market arabasına yerleştirecek, ya da akışa dahil olmayan bir uzay yaratmakta diretecek. Tam da Dostoyevski kahramanlarının ya da anti-kahramanlarının yaşadığı etik ve trajik; hesaplaşma ve seçim anı gibi.
Rafet Arslan
2012/İstanbul

                                          market arabası müze içersinde gezmede:)

                                          6 kutsal yolu açıklayan 'insert'ler.
                                          Müze girişine serdiğim kırmızı halı


Müze İçinde Müze sergisi, Elgiz Museum içinde.