Şuuraltı yolculuğuna bir bilet lütfen
BURCU ÇELİK
Rafet Arslan; Onu sürrealizm, dada ve sitüayonizmin günümüzdeki mirasını yeniden düşünen bir sanatçı olarak tanıyoruz. Yıkım 2011, Ubik Project gibi, son dönem ses getiren sergilerin koordinatörlüğünü yapan Rafet Arslan ile 2 Haziran'a kadar Sanatorium'da devam edecek olan “Şuuraltı Operasyonları”nı ve çağdaş sanatı konuştuk.
»Rafet Arslan kimdir, biraz bize kendinizden bahsedebilir misiniz ?
Rafet Arslan; çok uzun yıllar boyu yeraltında üretmeyi seçmiş, şiirle, hikâyeyle, kavramsal sanatla, performans ile kendi ruhunu, imgesini inşa etmeye çalışmış; dünya ile derdini formlara dökmüş biridir. Her şeyden önce de Eylül’ün babası.
»Bu sergiyle kitlelere, topluma, insanlara bir mesaj ile gönderme yapıyor musunuz?
Sanatım bireyseldir ve de özellikle toplumdan; çoğunluğun ezici yargısından sakınır. Deneyimden ve gaibin kadim bilgisinden beslenen bireysel üretimim; hiçbir şekilde mesaj kaygısı taşımaz. Tabii bu hassas direnç noktam, sanat için sanat ürettiğim anlamına gelmez. Bilinçli, idrak etmiş öznelliklerle iletime geçme çabası benim için önemli. Kendi imgemi, 150 yıllık avangard sanat geleneğine ve onun toplumla, insanla, uygarlıkla sorunlu radikal politik hattına bağlayabiliyorsam ne mutlu. Bu beni mutlu eder; zaten “güncel” bir avangard söylem yaratma hevesim bundandır.
»Yaklaşık 10 yıldır çalışmalarınızı yapıyor ve pek çok kolektif işte de işleriniz sergilendi, ama ilk kez kişisel serginizi açıyorsunuz. Neden bu kadar beklediniz?
Farklı alanlarda, disiplinlerde düşünen, yazan, üreten biri olarak farklı yoğunlaşmalar, demlenmeler, çarpışmalar, çakışmalar yaşaya geldim. Ama yüzeye çıkmamak, kendin için üretmek, yeraltının kapısını tık tık’lamak, sokakla yaşamak, göçebe ruhu uzun yıllar üretimlerim ile iç içe geçti. Bu anlamda yüzeye çıkmaktan çok, yıllardır yan yana biriktirdiğimiz emeklerin, yaratıların, imgelerin artık yüzeyce kabullenildiğinden bahsetmek belki de daha doğru olur. Yıkım 2011 sergimizin ya da ‘Çağdaş Sanat Manifestoları’ kitabımın yarattığı etki gibi. Bu anlamda sergim zamanlamasını kendi seçti; olması gerektiği zamanda gerçekleşti diyebilirim.
»Serginin adı çok ilgi çekici, neden “Şuuraltı Operasyonları” ?
Şuuraltı Operasyonları, izleyiciyi benim içuzayıma, bilinçaltı kanallarıma; yani en öznel dünyama davet ettiğim bir içsel sergidir. Yaklaşık 3 yıldır üst üste binen üretimlerimi bu başlıkla değerlendiriyordum. Bu anlamda izleyiciyi en samimi olduğum alana, bir bakıma atölyeme davet etmiş gibi kendimi düşünüyorum.
Ama bu operasyon/deneyim dökümlerinin samimiyeti, sıcaklığı kadar tekinsizliğinden de bahsedebilirim. Çünkü bilinçaltı, kişisel olduğu kadar toplumsal izlerin şifrelerini, travmalarını, sarsıntılarını içlerinde taşır. Zamanın ve rasyonel aklın kısa devre yaptığı bu uzaylar, düş gücünün olanca yırtıcılığı, yıkıcılığı, baştan çıkarıcılığı ve entropi ile barışıklığıyla imgelere yansır. Bu yüzden bu operasyonlar estetik oldukları kadar şiirseldir de aynı zamanda.
»Gündelik hayatımızı işgal eden sahte gerçekliklere karşı, karşıt kültür oluşturmaya çalışıyor ve gerçekliğin çoğunluğun tahakkümü olduğunu söylüyorsunuz bunu biraz açabilir misiniz?
Sistem bize sürekli verili gerçeklikler ve bunlara bağlı kodlar sunar; tüm gündelik hayatın akışı da bunların üzerine kuruludur. Artık reklamcılık, siyaset, televizyonculuk, pazar yoklamaları aynı şey haline geldi. Kitle beğeni ve tepkilemeleri de tüm bunlar üzerinden kuruluyor. Sanatın tüm bu “sahte” gerçekleri sorgulamak için en uygun araç olduğunu düşünüyorum. Farklı sanat dallarındaki insanların yan yana gelip düşünmesi, üretmesi, kolektif imkân ve enerjileri yoklaması bu açıdan önemli. Kişisel sergim yanında, koordinasyonunda bulunduğum Gerçeklik Terörü projesi de bu sorulardan/sorgulamalardan yola çıkıyor.
»Yapıtlarını nereye konumlandırmayı tercih edersin?
Modern sanat, algısının yaratıcıyı soktuğu soyutçu ya da gerçekçi, güncel ya da çağdaş kalıpları reddeder. Çünkü üreten kişi yapıtı aracılığıyla boşlukla yani sonsuzlukla bir iletişimin kapısını çalmaktadır. Bu iletişim/yaratı süreci; yaratıcıyı özneleştiren, özgürleştiren bir arzu sağanağının kapısını açar. Sanatla bu anlamda kavramsal bir bağ kuran, dert edinen yaratıcı, disiplinler arası değil, tüm disiplinleri bozan bir düzensiz, disiplinsiz söylem tutturmak zorundadır. Çünkü sorun sadece form üretmek değil, gündelik hayat denilen hapishaneden kaçış çizgileri yaratmak, yeni ütopik, auratik, otonom uzayları imgesel anlamda var etmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder