3 Mart 2013 Pazar

Evvel Soruşturma 2013/Rafet Arslan

Soruşturma-Rafet Arslan-2013 -Bir imgenin kuruluşu (tahayyül edilişi) zihnimde nasıl, ne zaman oluyor? Apansız bir şey mi bu imge, yoksa öncesi ve sonrası var mı? Bir dizenin işaret ettiği imgelemi/dünyayı yaşamıma taşıyor muyum? Ya da yaşamımdan sağaltıyor muyum? O ilk dize nereden geliyor aklıma? Ben ancak yaşadığım şeyin şiirini, şiir imgesini kurabilirim. Bu edebiyat ve düşün dünyasında; Alman Romantiklerden, Rousseau’dan, Blake’in vizyonlarından, Baudelaie’den Gerçeküstücülüğe gelen bir “saf”lığa ve dürüstlüğe ulaşma menzilidir. O ilk dize ya da zihinde bir kolaja ya da resme evrilecek ilk imgede genelde gündelikte yaşanmış ya da deneyimlenmiş bir an’dan kopar gelir. Deneyimlenmiş diyorum; çünkü okuduğumuz bir kitap, izlediğimiz bir film, sokakta gördüğümüz tek bir kare bile bu tetiği, zamansızca çekebilir. -İkinci Yeniciler beni nasıl etkiledi, etkiledi mi? Şimdilerde kimlerin şiirlerini nasıl ve neden seviyorum? Ben Türkiye şiirine yaban büyüdüm. Çünkü okuma iptilasına kapıldığım yıllarda içinde bulunduğum sol çevrede toplumcu&gerçekçi şiir bilinir, okunur ve tavsiye edilirdi. Yani 15 ile 25 yıllarım arasında Nazım, Telli, Behramoğlu, Arif, Gökçe şiirleri hep elden ele dolaşırdı. Ben bazılarını sevsem de, çoğunu kendi yaşadıklarım, çevrem, hissettiklerim ile bağlayamazdım. O yüzden ben o yıllarda çeviri şiire yoğunlaştım; Baudelaire, Eluard, Michaux gibi şairlere ait ne varsa bulup okumak isterdim. O yıllarda bu topraklardan bana, okul sıralarında öğrendiğim Orhan Veli en yakın şairdi. O yıllarda şiire karşı bu boşluğu şarkı sözleriyle tamamlamayı öğrendim; Bob Dylan’ın, Pink Floyd’un birçok şarkı sözünü bir şiir gibi ezberledim. Toplumcu&gerçekçiliğin sansür düzeneğinden 90’larla kaçışımızla Ece’yi, Berk’i, Faik’i, Rıfat’ı, Batur’u keşfetmeye ve anlamaya çalışmaya başladım. Uzun bir menzildir bu ve kuşkusuz ben hala onun yolcusuyum. Berk bir simyacı, bir ezoterik bilgedir; idraki uzun zaman alacaktır. Ece ise, bu toprakların gelmiş geçmiş en büyük eleştirmenlerinden, etikçilerinden ve liberterlerinden biridir. Ece kendi içine kapanan ama bir uçu sonsuzluğa açılan derviş/filozoftur; ondan çok şey öğrendim ve hala öğreneceğim çok şey var. Turgut ve Cansever’in hep bazı şiirleri sevmişimdir. Ama onlar benim şairim değillerdir, benim şiirim “Alemdar’da var bir yılanın”, “perçemli sokak”ın, “bakışsız bir kedi kara”nın şiiridir. Günümüz şiirinde ise genç şairleri, şehrin duvarlarına kazınanları, fanzinleri, güncel sanata taşanları ve hatta internet edebiyatı diye küçümsenen şeyi seviyorum. Bu noktada Ücra Şiir, Eşit çevresindeki gençlerin imgeye yönelik arayışlarını önemsiyorum. Görsel şiir tam olarak terini atamamışta olsa, bu topraklarda çok geç filiz verse de; benim için toplumcu&gerçekçi şiire karşı bir başkaldırıdır. Ama 21. Yüzyıl için şiir yeni kapıları çalmaktadır ve çalacaktır. Eskinin doğrusunun buharlaştığı yerde kulaklarımız gürültüye yakın olmalıdır. -Şiir yazmamın veya dünyadaki herkesin "bir şiiri yaşamasının" önündeki engeller nelerdir? İmge tek başına bağıra bağıra; tek’liğe alışa alışa kendi içine zehreden; patalojikleşen bir hal alabilir. Etrafımızı saran karanlık tablolar karşısında öfkemizin; kurumlara, yapılara, tahakküm ağlarına değil kişilere yoğunlaşmasının ardında tekilleşen bu ses/iz/lik olabilir. Sesimizin herkese yetmediğini, anlaşılmadığını, kadrini bulamadığını da düşünebiliriz. Bu açıdan imgenin kuruluşundan öte “imgenin kurtuluşuna” yönelmeliyiz. Bunun için güvenilecek şey çoğunluğa karşı, “çok”luktur. Yani Lautéamont’un deyişiyle ”herkesçe yazılacak şiir”in nüvesini taşıyan kolektif ağları beslemek, onlara özsu vermektir. Ayrıca bu hamle kültür endüstrilerinin yıldız sanatçı miti karşında, elimizdeki tek direniş odağıdır. Artık Baudrillard’ın deyişiyle “hepimizin ekranın içinde” olduğu bir gerçeklik terörü iklimini yaşıyoruz. Ve bu gerçeklik içinde sistemin dışı, ağın dışı, yeraltı gibi konumlarda olduğumuzu iddia edebiliriz; ama bu ne yazık ki bir iddiadan öteye gitmez. Buna tam olarak inanırsak ise bu psikotik bir durumdur; ama akşam eve giderken bir paket Malboro sigarası alır ve LiğTv’de maç seyrederken bu, iddia ettiğimiz konumun gerçekliği gece gibi içine çöker. Bu noktada sistemin içinde direniş cepleri kurmak, çok’laşarak kolektifi deneyimlemek, kök-sap’larla karşıt bir kültür cephesi örmek; yaşanacak çöküş patolojilerine karşı cepkendeki tek simya formülleridir. Bu noktada karşıt kültürün işgal edebileceği alanlar sistemin içinde yaratacağı “arabölge”lerdir; fare delikleridir. Hayatın bir şiire dönüşmesinin önündeki buzdağı; şiirin yaşamın kendisinden dışlanma halidir ve bu yeni bir olgu da değildir. 60’ların o yangın sabahlarında, şair elinden kalemi kâğıdı bırakıp; hayatı şiire dönüştürmek için son isyankâr hamlesini yaptı ve dövüşerek kaybetti. Ama şair; kalemi kâğıdı bıraktığında eline mikrofonu, gitarı almıştı. Ama şair; kitap dosyaları ile vedalaştığında eline afişi, duvar şiir/resmini, sprey boyayı almıştı. Ama şair; şairliğinden ikrar ettiğinde eline bilgisayar klavyesini almıştı. 2000’li yılların şiiri artık tek başına dizeden çok öte bir uzaydır, kalemle şiir yazılsa da şiir çoktan video kadrajına, noise’a, performansa, dijitale geçmiştir. Ve yeni binyılın çok’lukla birleşen, akışkan şiiri ancak koordinatsızlaştıkça imgenin ütopya adasını koruyacaktır.

Hiç yorum yok: