ben ne çok gök gördüm
hepsi alacalı
ben ne çok kadın gördüm
sikmeden ruhunu sikişmezler
ben ne çok acı gördüm
hepsi geçici
ben ne çok kavga gördüm
üstüne konuşulduğunda büyüsü bozulur
yek dövüşülmesi gerekir
ben ne çok düş gördüm
ki onlar hayatımdılar
ben ne çok öldüm
kadavra tüm benlerim çorapsızdılar...
hikayelere, meşalelere, kasık sancılarına, at hırsızlarına, kalp çarpıntısna, aziz vodkaya, aşkların sanallığına, şarkıların berduşluğuna, xanax ve xanax'a, ölü anama ve güvercin kanatlı tüm çocuklara koca 1 gürültü olamasamda;
benim bir hayatım var
dans ederek yaşayacağım!
(sabah erken-kutsal topraklar/izmir)
28 Şubat 2009 Cumartesi
27 Şubat 2009 Cuma
Köprünün Ötesi....
Koşuyorum...
Bu gün yağmur boşuna yağıyor…
Hayatın 1 anlamı yoktur, sadece deneyim onu anlamlandırabilir. 1 çift kanat çırpışı, bir çocuk oyunu, bir öpüş ya da bir gülüş…
Öksüre öksüre kan tadıyla ve üstünde tonlarca yükle kalktım sabah.
Bu sabah yalnızlığın kocaman elleri var. Bir hayalet gibi imge. Bir var 1 yok, biraz var biraz yok. Hiç bilinmiyor, hiç bilmiyor, hiçbir şeyi… Sorulara hep soru ile yanıt veriliyor. Belki de imgenin hiç olmadığı sonucuna varıyorum.
Bu yağmur bu gün boşuna yağıyor…
Yanıtsızlıklar ve anksiyete sadece yaşamın kuşatmasını güçlendiriyor. Oysa benim tek işim hayata karşı direnmek. Hiçliğinde bir ezgisi var, her rastlantının biraz zorunluluğu varsa. İşaretler kayıp.
Yağmuru da sevmedim bu sabah, anlamsızlığı da. Hayat artık geri çekilsin. Ben hiçliğin koyu karanlığına kendimi teslim etmeden.
Hayatın 1 anlamı yoktur, sadece deneyim onu anlamlandırabilir. 1 çift kanat çırpışı, bir çocuk oyunu, bir öpüş ya da bir gülüş…
Öksüre öksüre kan tadıyla ve üstünde tonlarca yükle kalktım sabah.
Bu sabah yalnızlığın kocaman elleri var. Bir hayalet gibi imge. Bir var 1 yok, biraz var biraz yok. Hiç bilinmiyor, hiç bilmiyor, hiçbir şeyi… Sorulara hep soru ile yanıt veriliyor. Belki de imgenin hiç olmadığı sonucuna varıyorum.
Bu yağmur bu gün boşuna yağıyor…
Yanıtsızlıklar ve anksiyete sadece yaşamın kuşatmasını güçlendiriyor. Oysa benim tek işim hayata karşı direnmek. Hiçliğinde bir ezgisi var, her rastlantının biraz zorunluluğu varsa. İşaretler kayıp.
Yağmuru da sevmedim bu sabah, anlamsızlığı da. Hayat artık geri çekilsin. Ben hiçliğin koyu karanlığına kendimi teslim etmeden.
24 Şubat 2009 Salı
hiçbiryerde...
Aklım çok karışıyor1 kurban gibi gezmek istemiyorum
ama zaman koşuyor ayaklarımıza dolanan beton kaideler
nefes vakitsiz kesiliyor soluk alev almak üzre
kayıp dün'lere yeni kitaplar yazdım
canım sıkıldı, cildini çıkarıp suratıma yapıştırdım.
öpemezsin...
ama zaman koşuyor ayaklarımıza dolanan beton kaideler
nefes vakitsiz kesiliyor soluk alev almak üzre
kayıp dün'lere yeni kitaplar yazdım
canım sıkıldı, cildini çıkarıp suratıma yapıştırdım.
öpemezsin...
eros...
Takas İçin Ön Hazırlık...
Yollara Teslim Olmak..
23 Şubat 2009 Pazartesi
'sadece seninleyken yalniz olabiliyorum'
Çocuk, çocukken
kollarını sallayarak yürürdü.
Derenin ırmak olmasını isterdi...ırmağın da sel...ve şu birikintinin de deniz olmasını.
Çocuk çocukken...çocuk olduğunu bilmezdi.
Her şey yaşam doluydu.Ve tüm yaşam birdi.Çocuk çocukken...
hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
Alışkanlıkları yoktu.Bağdaş kurup otururdu.
Sonra koşmaya başlardı.Saçının bir tutamı hiç yatmazdı,ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi.Çocuk çocukken...şu sorulara sıra gelmişti.
Neden...ben benim de...sen değilim?Neden buradayım da...orada değilim?Zaman ne zaman başladı?Ve mekan nerede bitiyor?Güneşin altındaki yaşam...sadece bir rüya mı?Gördüklerim,duyduklarım, kokladıklarım,sadece dünyadan öncekidünyanın bir görüntüsü mü?Gerçekten kötülük var mı?Gerçekten kötü insanlar var mı?NasıI olur da...ben olan ben...ben olmadan önce var değildim?Ve nasıI olur da...ben olan ben...bir zaman sonra ben olmayacağım.
Çocuk, çocukken, ıspanağı, bezelyeleri,sütlacı ve karnabaharıağzında geveleyip dururdu.
Ama şimdi hepsini yiyor.Üstelik de mecburiyetten değil.
Çocuk çocukken bir keresinde
yabancı bir yatakta uyandı...ve şimdi hep tekrar uyanıyor.
Bütün insanlar güzel görünürdü,şimdi ise sadece bazen.Cenneti gözünün önüne getirebiliyordu,şimdi ise tahmin ediyor. Hiçliği düşünemezdi...bugün ise ürküyor.
Çocuk çocukken zevkle oyun oynardı.Şimdi ise ancak iş yapınca
yoğunlaşabiliyor.
Çocuk çocukken...beslenmek için...elma ve ekmekle yetinirdi. Aslında halen de öyle. Şimdi bile hala taze ceviz yiyince dili kabarıyor.
Ve hala bir dağın tepesindeyken daha yüksek bir dağın özlemini çekiyor.Büyük şehirdeyken,daha büyük bir şehri özlüyor ve bu hep böyle devam ediyor.
Bir ağacın tepesinde,bugün de olduğu gibi, ellerini büyük bir coşkuyla kirazlara uzatıyor. Yabancılardan çekinirdi,ve halen de çekiniyor.
İlk karı beklerdi,ve hala da bekliyor.
Çocuk çocukken ağacı,
bir mızrak darbesiyle titretirdi.
Hala da öyle titretiyor...
Der Himmel Uber Berlin / Wings of Desire
21 Şubat 2009 Cumartesi
20 Şubat 2009 Cuma
Zehrin Tini
Dün gece bir iguana yuttum
Bana hep bir imge olarak gözüktü kabusum
Küçük bir Şili kitabından sızmış yazgıdır
Mutlak gelecekten geri dönecektir
Orospu olsa da hece
Kanar vakitsiz gece gece
Zehrin tini ölü eti
Hissizliğin rengidir sadece gece…
Dedim baldırandır içilmez mi?
Çölün rüzgarına karışmış bir Kerbela sözüdür
Utanç bitti; alış ruhum sessiz geceye
Ağır aksak kaldırımlar boyu ilerler
Durur zaman stigmata stigmata
Dedim baldırandır içilmez mi?
Vuslat zehrini Azrail pusuda bekler
Biliyorsun sevgilim ben hastayım
Şimdi asitle yıka ruhunu
Kaynasın günahlarınla etin
Soyun tüm kirini Hallac’ı düşün
Hissizleşti bu küçük tatminle gece
Hissizdi aslında hep hecegece
Dedim baldırandır içilmez mi?
Bana hep bir imge olarak gözüktü kabusum
Ve kırdığım kalbim değil;
Kalemdir!
Bana hep bir imge olarak gözüktü kabusum
Küçük bir Şili kitabından sızmış yazgıdır
Mutlak gelecekten geri dönecektir
Orospu olsa da hece
Kanar vakitsiz gece gece
Zehrin tini ölü eti
Hissizliğin rengidir sadece gece…
Dedim baldırandır içilmez mi?
Çölün rüzgarına karışmış bir Kerbela sözüdür
Utanç bitti; alış ruhum sessiz geceye
Ağır aksak kaldırımlar boyu ilerler
Durur zaman stigmata stigmata
Dedim baldırandır içilmez mi?
Vuslat zehrini Azrail pusuda bekler
Biliyorsun sevgilim ben hastayım
Şimdi asitle yıka ruhunu
Kaynasın günahlarınla etin
Soyun tüm kirini Hallac’ı düşün
Hissizleşti bu küçük tatminle gece
Hissizdi aslında hep hecegece
Dedim baldırandır içilmez mi?
Bana hep bir imge olarak gözüktü kabusum
Ve kırdığım kalbim değil;
Kalemdir!
4 Şubat 2009 Çarşamba
3, yaşında: sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto
Yıl 2006… Gezegen dünya… Coğrafya Türkiye…
Çağdaş sanat hiper-marketine hoş geldiniz. Büyük holdinglerin sponsorluğunda sanat adına üretilen yüzlerce çöp, en ışıltılı ambalajlar da tüketicinin önüne-beğenisine sunuluyor…
-Hey sen, oradaki bunları söylemek için, önce bana formasyonunu söyle…Şuralarda bir yerde ‘kapat’ tuşu olmalı…Gerçek, boğucu hüzne ne oldu? Yoldan çıkmış öfkeye? Kötümserliğe ne oldu? Ya da umutsuzluğun doğurduğu inatçılığa? Sadece boşluğa koparılacak tek bir haykırışa ne oldu? Kelebek kanadında gizli, saf güzelliğe? Tek bir gülücükte baştan çıkartan tutkuya ne oldu? Peki ya yağmur altında dans ettiren deliliğe? Bulut gibi temiz ruhlara ne oldu? Her duyduğumuzda bizi titreten yegâne özgürlük sözcüğüne? Ne oldu?
-Hey sen, oradaki bütün bunları sormak için yeterli bilgin, tecrüben var mı, kaç dil biliyorsun sen?Bir –stop- tuşu olmalı; olmak zorunda…
Kulisler, pazarlıklar; mutlaka çok-uluslu sponsor gerek… Satışlar, açık arttırmalar; bize Pazar gerek… Suni duyarlılıklar, yalan mesajlar; medyada bolca yer tutmak gerek… Ne şiş yansın ne kebap; kavramsal takılmalı, post-modern olmalı, olmadı pre-modern olmak gerek…Yaşadığımız yıkım dünyasında, sanat pazarda mal, sanatçı ise, bir hokkabaza dönüştürülmek isteniyor. Bu filmde oynamaya, izlemeye devam mı edeceğiz?
Stop tuşu hala yerinde duruyor…
-Hey sen, konuşmak için kimden izin aldın ha, susturun şu alaylıyı…
Şimdi boş sokakları işgal etmiş hayaletlerin kulağımıza fısıldadıkları, kehanet surelerini tekrarlıyoruz…Önyargılarımızla, gecikmiş pişmanlıklarımızla, iktidar savaşlarımızla, kasılmaktan gerili gururumuzla, korkunç unutkanlıklarımızla, külyutmaz şüpheciliğimizle, kaderci boyun eğişlerimizle, ego krizlerimizle, hayatı cehennem eden hatalarımızla, sahte sevgilerimizle, boş umutlarımızla, alçalmış ruhsuzluğumuzla mı yaşayacağız? Daha ne kadar satacağız, satılacağız?
-Hey sen, yeter, susturun şunu. Düpedüz deli sözleri bu…
Stop düğmesi önümüzde, elimizin altında… Basıyorum, bu trajikomik sahne, ekranla kararıyor…
Sessizlik, kutsal sessizlik…Şimdi, loş ara sokakların, sek sek oynayan çocukların, terk edilmiş otobüs duraklarının, yollarda sayıklayan meczupların, kaosun doğurduğu devasa caddelerin, sarhoş naralarının, bulvarların gizlediği parkların, seyyar satıcı çığlıklarının, metro çukurlarının, çıkmaz sokakların, kedilerin ve köpeklerin, kaldırım taşlarının olanca gürültüsünü sesimizle birleştiriyoruz…
Akademinin, şöhretin, paranın, imajın değil; sokağın sanatı için gürültü çıkartıyoruz. Cadde sergileri, sokak şarkıcılığı, grafiti, sokak tiyatrosu, duvar magazini, sokak şairliği, fanzinler, karnaval düzensizliğinde nümayişler, kolektif, saf sanat ve eylem…
Biz, kopacak tinsel kıyametin rüzgârıyla gelen mutantlarız. Ve bu saçma dünyadan öcümüzü şiirlerimizle, kolâjlarımızla, duvar yazımızla, cut-up’la, şarkılarımızla, öykülerimizle, tablolarımızla, sokak tiyatromuzla alacağız.
Artık yeni bir sahne ya da ekran istemiyoruz. Yeni dalga, deliliğin bizi özgürleştirdiği yerde; sokaklarda başlıyor.
Ve bunun için sadece ruhlarımıza sığınıyoruz, aksak sokak ritmiyle…
Perşembe/ 01.02.2006
Çağdaş sanat hiper-marketine hoş geldiniz. Büyük holdinglerin sponsorluğunda sanat adına üretilen yüzlerce çöp, en ışıltılı ambalajlar da tüketicinin önüne-beğenisine sunuluyor…
-Hey sen, oradaki bunları söylemek için, önce bana formasyonunu söyle…Şuralarda bir yerde ‘kapat’ tuşu olmalı…Gerçek, boğucu hüzne ne oldu? Yoldan çıkmış öfkeye? Kötümserliğe ne oldu? Ya da umutsuzluğun doğurduğu inatçılığa? Sadece boşluğa koparılacak tek bir haykırışa ne oldu? Kelebek kanadında gizli, saf güzelliğe? Tek bir gülücükte baştan çıkartan tutkuya ne oldu? Peki ya yağmur altında dans ettiren deliliğe? Bulut gibi temiz ruhlara ne oldu? Her duyduğumuzda bizi titreten yegâne özgürlük sözcüğüne? Ne oldu?
-Hey sen, oradaki bütün bunları sormak için yeterli bilgin, tecrüben var mı, kaç dil biliyorsun sen?Bir –stop- tuşu olmalı; olmak zorunda…
Kulisler, pazarlıklar; mutlaka çok-uluslu sponsor gerek… Satışlar, açık arttırmalar; bize Pazar gerek… Suni duyarlılıklar, yalan mesajlar; medyada bolca yer tutmak gerek… Ne şiş yansın ne kebap; kavramsal takılmalı, post-modern olmalı, olmadı pre-modern olmak gerek…Yaşadığımız yıkım dünyasında, sanat pazarda mal, sanatçı ise, bir hokkabaza dönüştürülmek isteniyor. Bu filmde oynamaya, izlemeye devam mı edeceğiz?
Stop tuşu hala yerinde duruyor…
-Hey sen, konuşmak için kimden izin aldın ha, susturun şu alaylıyı…
Şimdi boş sokakları işgal etmiş hayaletlerin kulağımıza fısıldadıkları, kehanet surelerini tekrarlıyoruz…Önyargılarımızla, gecikmiş pişmanlıklarımızla, iktidar savaşlarımızla, kasılmaktan gerili gururumuzla, korkunç unutkanlıklarımızla, külyutmaz şüpheciliğimizle, kaderci boyun eğişlerimizle, ego krizlerimizle, hayatı cehennem eden hatalarımızla, sahte sevgilerimizle, boş umutlarımızla, alçalmış ruhsuzluğumuzla mı yaşayacağız? Daha ne kadar satacağız, satılacağız?
-Hey sen, yeter, susturun şunu. Düpedüz deli sözleri bu…
Stop düğmesi önümüzde, elimizin altında… Basıyorum, bu trajikomik sahne, ekranla kararıyor…
Sessizlik, kutsal sessizlik…Şimdi, loş ara sokakların, sek sek oynayan çocukların, terk edilmiş otobüs duraklarının, yollarda sayıklayan meczupların, kaosun doğurduğu devasa caddelerin, sarhoş naralarının, bulvarların gizlediği parkların, seyyar satıcı çığlıklarının, metro çukurlarının, çıkmaz sokakların, kedilerin ve köpeklerin, kaldırım taşlarının olanca gürültüsünü sesimizle birleştiriyoruz…
Akademinin, şöhretin, paranın, imajın değil; sokağın sanatı için gürültü çıkartıyoruz. Cadde sergileri, sokak şarkıcılığı, grafiti, sokak tiyatrosu, duvar magazini, sokak şairliği, fanzinler, karnaval düzensizliğinde nümayişler, kolektif, saf sanat ve eylem…
Biz, kopacak tinsel kıyametin rüzgârıyla gelen mutantlarız. Ve bu saçma dünyadan öcümüzü şiirlerimizle, kolâjlarımızla, duvar yazımızla, cut-up’la, şarkılarımızla, öykülerimizle, tablolarımızla, sokak tiyatromuzla alacağız.
Artık yeni bir sahne ya da ekran istemiyoruz. Yeni dalga, deliliğin bizi özgürleştirdiği yerde; sokaklarda başlıyor.
Ve bunun için sadece ruhlarımıza sığınıyoruz, aksak sokak ritmiyle…
Perşembe/ 01.02.2006
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)