Yıl 2006… Gezegen dünya… Coğrafya Türkiye…
Çağdaş sanat hiper-marketine hoş geldiniz. Büyük holdinglerin sponsorluğunda sanat adına üretilen yüzlerce çöp, en ışıltılı ambalajlar da tüketicinin önüne-beğenisine sunuluyor…
-Hey sen, oradaki bunları söylemek için, önce bana formasyonunu söyle…Şuralarda bir yerde ‘kapat’ tuşu olmalı…Gerçek, boğucu hüzne ne oldu? Yoldan çıkmış öfkeye? Kötümserliğe ne oldu? Ya da umutsuzluğun doğurduğu inatçılığa? Sadece boşluğa koparılacak tek bir haykırışa ne oldu? Kelebek kanadında gizli, saf güzelliğe? Tek bir gülücükte baştan çıkartan tutkuya ne oldu? Peki ya yağmur altında dans ettiren deliliğe? Bulut gibi temiz ruhlara ne oldu? Her duyduğumuzda bizi titreten yegâne özgürlük sözcüğüne? Ne oldu?
-Hey sen, oradaki bütün bunları sormak için yeterli bilgin, tecrüben var mı, kaç dil biliyorsun sen?Bir –stop- tuşu olmalı; olmak zorunda…
Kulisler, pazarlıklar; mutlaka çok-uluslu sponsor gerek… Satışlar, açık arttırmalar; bize Pazar gerek… Suni duyarlılıklar, yalan mesajlar; medyada bolca yer tutmak gerek… Ne şiş yansın ne kebap; kavramsal takılmalı, post-modern olmalı, olmadı pre-modern olmak gerek…Yaşadığımız yıkım dünyasında, sanat pazarda mal, sanatçı ise, bir hokkabaza dönüştürülmek isteniyor. Bu filmde oynamaya, izlemeye devam mı edeceğiz?
Stop tuşu hala yerinde duruyor…
-Hey sen, konuşmak için kimden izin aldın ha, susturun şu alaylıyı…
Şimdi boş sokakları işgal etmiş hayaletlerin kulağımıza fısıldadıkları, kehanet surelerini tekrarlıyoruz…Önyargılarımızla, gecikmiş pişmanlıklarımızla, iktidar savaşlarımızla, kasılmaktan gerili gururumuzla, korkunç unutkanlıklarımızla, külyutmaz şüpheciliğimizle, kaderci boyun eğişlerimizle, ego krizlerimizle, hayatı cehennem eden hatalarımızla, sahte sevgilerimizle, boş umutlarımızla, alçalmış ruhsuzluğumuzla mı yaşayacağız? Daha ne kadar satacağız, satılacağız?
-Hey sen, yeter, susturun şunu. Düpedüz deli sözleri bu…
Stop düğmesi önümüzde, elimizin altında… Basıyorum, bu trajikomik sahne, ekranla kararıyor…
Sessizlik, kutsal sessizlik…Şimdi, loş ara sokakların, sek sek oynayan çocukların, terk edilmiş otobüs duraklarının, yollarda sayıklayan meczupların, kaosun doğurduğu devasa caddelerin, sarhoş naralarının, bulvarların gizlediği parkların, seyyar satıcı çığlıklarının, metro çukurlarının, çıkmaz sokakların, kedilerin ve köpeklerin, kaldırım taşlarının olanca gürültüsünü sesimizle birleştiriyoruz…
Akademinin, şöhretin, paranın, imajın değil; sokağın sanatı için gürültü çıkartıyoruz. Cadde sergileri, sokak şarkıcılığı, grafiti, sokak tiyatrosu, duvar magazini, sokak şairliği, fanzinler, karnaval düzensizliğinde nümayişler, kolektif, saf sanat ve eylem…
Biz, kopacak tinsel kıyametin rüzgârıyla gelen mutantlarız. Ve bu saçma dünyadan öcümüzü şiirlerimizle, kolâjlarımızla, duvar yazımızla, cut-up’la, şarkılarımızla, öykülerimizle, tablolarımızla, sokak tiyatromuzla alacağız.
Artık yeni bir sahne ya da ekran istemiyoruz. Yeni dalga, deliliğin bizi özgürleştirdiği yerde; sokaklarda başlıyor.
Ve bunun için sadece ruhlarımıza sığınıyoruz, aksak sokak ritmiyle…
Perşembe/ 01.02.2006
1 yorum:
hey hey hey yaşasın deliliğimiz!
Yorum Gönder