16 Nisan 2011 Cumartesi

Yıkım 2011/Destruction 2011



Yıkım/Destruction 2011 is a completely independent exhibiton fused by the discussions in SET on such issues as the ecological destruction, coming of the fifth sun in the Mayan calender, the future of global capitalist hegemonia, the Third World War and prophecies of Babylon. Destruction 2011 sets off with a call for the event arised from this process of discussion by the Turkey’s first collective avant-gard...e initiative, S.E.T. The exhibition consists of works by 60 artists from abroad and Turkey. In accordance with the concept of the exhibition, most of these works are produced for the event or are to be exhibited for the first time. Destruction 2011 is a campaign organized horizontally through nightly performances, discussions on the concept of exhibitions, blogs, forums and film screening.


Yıkım/Destruction 2011, 2010 yaz aylarında ülkenin ilk kolektif-avangard inisiyatifi Sürrealist Eylem Türkiye içinde ekolojik yıkım, Maya takvimindeki 5. güneşin gelişi, küresel kapitalist hegemonyanın geleceği, 3. Dünya Savaşı, Babil kehanetleri üzerine başlayan tartışma ve bu süreçten çıkan çağrı metni ile yola çıkmış, tamamen bağımsız bir sergidir. Serginin konsepti doğrultusunda, yurtiçi ve dışından yaklaşık 60 sanatçının, çoğunluğu direkt sergi için üretilmiş ya da ülkede ilk sergilenecek yapıtlarından oluşmaktadır. Performans geceleri, tartışma metinleri, blog, forumlar, film gösterimleri ile beslenen bir kampanya olarak yatay bir biçimde örgütlenmektedir.

Sergi künyesi/Exhibition Description

Sergi adı/Exhibition Name: Yıkım 2011/Destruction 2011
Sergi tarihi/exhibition date: 12 Mayıs/27 Mayıs 2011
Koordinatörler/Coordinators: Alper T. İnce& Rafet Arslan
Açılış/Opening: 12 Mayıs saat: 18:30/ 12 May 6,5pm
After Party: saat:22:00/10pm, Peyote

www.destruction2011.com


Yan Etkinlikler/Supplementary Activities:
-Gösterim/Film-Video Screening: Yıkım Kadrajları-Destruction Frames/Yeşilçam Sineması (14 Mayıs 2011)
-Forum: Uluslararası Yaşayan Gerçeküstücülük Paneli – International Panel on Living Surrealism/ Depo (14 Mayıs 2011)
-Forum:Yıkım Tartışılıyor- Destruction is being discussed- Fırat Arapoğlu, Emre Zeytinoğlu, Murat Germen, Burçak Konukman, Rafet Arslan /Depo (21 Mayıs 2011)
perfomances, street actions…


Katılımcılar/Contributors

Ali Mete Sancaktaroğlu
Alt Komşu
Athens Sürrealist Group
Basako
Bora Şimşek
Bounty Kill Art Group
Burçak Konukman
Bülent Demirağ
Carlos Martins
Carmen Sober
Ceren Fındık
Eric Bragg
Erman Akçay
Fulya Çetin
Gaye Su Akyol
Grupo Surrealista del rio de la Plata
Hakan Gürsoytrak
Hakan Orman
Horasan
Hüseyin Uğur
İrfan Önürmen
Marina Grzinic& Aina Smid
Martin Sastre
Mert Ülkümen
Merve Morkoç
Murat Germen
Rad
Oy Dağlar
Özgür Çimen
Şakir Özüdoğru
Sarah Maple
Sedat Türkantoz
Serra Behar
SLAG
Stockholm Sürrealist Group
Sürrealist Eylem Türkiye (OnstOn, cins, Alper T. İnce, Rafet Arslan, Yaprak Gözeker, zozan gemilerördü, Fantom)
Tayfun Serttaş
Tolga Tüzün
Volkan Kaplan& A.Erdem Şentürk
Wide
Yeşim Şahin

Katalog Yazarları/catalogue writers:
Emre Zeytinoğlu
Fırat Arapoğlu
Rafet Arslan
Mattias Forshage

15 Nisan 2011 Cuma

lanet... lanet... lanet...

diye başladım yeni güne, saat sabahın 5'i ve kendi yok oluşumu planlıyorum. yavaş yavaş olmasın istiyorum tek, acı hesapsızsa yek.
her şeyin güne battığı anda yanan ve sönen binlerce yıldızı alıp, kendi kor kefenine sarıp yit-mek.
az kaldı...

14 Nisan 2011 Perşembe

kedikumu için felsefe



sevdiğim arkadaşım geldi, rakı açtık; sonra sanal uzam, boşluğa ait silüet sesleri... hani hayaletler duyabilir, güneşten sekebilir ya gölge... öyle..

sonra rakı, sonra gök adaları kaplayan sessizlik, sonra hiç, sonra, sonra, kara...

günler tuzak bize sık sık, ama neşe tık tık'lıyor kapısını gaip cennetin ve biz bilinmeziz, görünmez denizi tin'in... çalıp kaçacaksan zili, bir şarkı bırak en açık ufukta ve usulca yit sonsuz ve sonsuz boşlukta. gaip.

iletişimsizliğin atlasları boyu, her insanın kendi, kendi, çıplak sureti.

ve sonra,

manyetik alanların yasak olduğu bir haritadan ESP sinyalleri gönderdim göğe, sen de ki kıta Afrika ben diyeyim ki, çift dilli bir Avrupa; kime ne? nasıl olsa kopuktu telleri telgarfların, nasıl olsa duymadı fısıltını erik ağaçları, nasıl olsa kördü histerik her özne, kendi kıyametine, ne ne ne?

ama bir anlamı vardı, sokak köpekli hecelerden akan gecelerde yalan her oyunun, kendince. içuzay-dedik uzun deliliğimize. sonra, sustuk.

"the people you've been before that you don't want around anymore

that push and shove and won't bend to your will

I'll keep them still"

21 Mart 2011 Pazartesi

Uçma/Kışkırtma

"YERLİ" sanat mülakatı



- “yerli” sanat denilince ne anlıyoruz?
Yerli kavramı, kelimeyi doğrudan alırsak kendi içinde sorunlu ama metaforik ya da ironik yamuk bakışlarla da verimli bir kavram olarak okunabilir.

Bizde genel olarak her alana dair bir gelenekçi, milli okuma tezahürü hep ola gelmiştir. Zaman içinde sağdaki muhafazakarlık ile, kendine sol diyen ulusalcılık bu noktada ortak payda da sık sık buluşmuşlardır. Bu noktada tüm avangard arayışlar, refleksler kendini yerel ile sınırlamayan, küreye seslenen bir söylem tutturmaya sevk etmişlerdir.
Postmodern kırılmanın ardından belirginleşen küresel Pazar olgusu, sanat alanında da kendini göstermiştir. Bunun sonucu eskinin satış grafiği iyi plastik sanat üreticileri, yeni dalgaya ayak uyduramamış, ulusalcı bir refleks geliştirmiştir. Bunun karşısında video-enstalasyon gibi araçları kullanan küresel sanat piyasası içinde bir ‘güncel sanat’ dünyası oluşmuştur.
Kuşkusuz bu meselenin sadece bir yönüdür, çünkü cyberpunk romanlarda karşımıza çıktığı şekliyle ulus-ötesi bir dünya halen hayata geçmiş değildir ve kürselleşme kendi içinde birçok yerelleşmeyi besleyerek ilerlemektedir. Sonuçta şu gün üretilen sanatın varlık zemini hala bu topraklardır ve bu manada ‘yerli’ bir sanattan bahsedebiliriz, hala.


- Son 10 yılda Türkiye’de sanat üretiminde genel eğilimlerinden söz edilebilir mi?

Müze-akademi, piyasa galerisi, küratör merkezli sanat üretiminin iflasından bahsetmek gereklidir. Güncel sanatçının şiire, sinemacının resme bu kadar ilgisiz olduğu başka bir dönem yaşanmamıştır. Disiplinler arsı sözcüğü bir çeşit kara mizaha dönüştürülmüştür. Eleştiri-eleştirmen yokluğu, merkez dışı olası eleştirinin sükût suikastlarına kurban edilişi ev ortada gerçek tartışmaların olmaması. Çünkü ortam da bağlamın olmaması en büyük sorundur.
Herkes çevre kendi güç alanını oluşturmakta, dün muhalefet gözüken güce ulaşınca tiran kesilmekte, kendi takımına dışardan oyuncu sokmamaktadır. İletişime kapalı, kolektiviteyi çoktan kapı dışarı atmış, güç merkezleri arasında gerçekten bağımsız sanat uğraşı yaşam kavgası vermektedir.

- “yerli” kültür endüstrisinin kısa bir değerlendirmesi

Galerilerin sanatçılar üzerindeki boyunduruğunun pervasız bir düzeye çıkışından bahsedebiliriz. Her şeyi piyasanın belirlediği travmatik bir dönem yaşıyoruz. Alttan yükselen basıncı iyi gözlemlemek gerek.

- Batı’nın “yerli” sanatçıları algılayışındaki değişimler

Batı açısından son 20-25 yıldır eskinin tabiriyle 3. dünya ülkelerine ve onlardaki sanat pratiğine yoğun bir ilgiden bahsedebiliriz ve bu manada yerli kavramında evrimden. Çünkü gelişmiş metropollerin kültür endüstrileri bu sanatçıları ülkelerinden ithal edip, kendi sanat piyasası içinde ‘yerli’leştirmişlerdir. Bu ilgi borsa trendlerine benzer bir şekilde sürekli yeni alanlar-yıldızlar keşfetmeye soyunmuştur. Sovyet Bloğunun çözülüşü ardından Balkanlar, ardından Uzak Doğu ve bu sıra OrtaDoğu’lu sanatçılar gündeme alınır olmuştur. Ama her şeye rağmen halen Batı’da gündelik hayatın eleştirisini merkeze alan, sanat ile hayat arasındaki köprüleri kırmaya çalışan ‘yerli’ avangard güçler mevcuttur.

-Türkiye’de hem sanatçı hem de tecrübe edici kitlenin popülerlik anlayışını nasıl buluyorsunuz?

Popülerlik görünürlülük, medyatiklik ve satış şeytan üçgeni içinde devam etmektedir. 18-19 yaşlarında gençler yıldız sanatçı olarak bir anda gündeme getirilmekte, tüketilmekte ve posası çıkınca ad unutulmaya ter edilmektedir. Sanırım bu çember artık iflas etmiştir, önümüzdeki yıllar instiyatiflerin gelişeceği, gerçek anlamda minör sanatın belirleyici olacağı, yeni bir dalga yükselecektir.

Karga Mecmua, Mart 2011

16 Mart 2011 Çarşamba

Röntgencinin Cesedi Kıpırdıyor!

Aslında sanat hep dikizci ola gelmiştir; Baudelaire’in flaneur kavramından yola çıkarsak, sanatçı büyük şehrin lagunlarında gezen ve şehrin simge ormanlarında röntgencilik yapan bir nevi imge avcısıdır. Ama avangard’ın röntgenci gözü basit bir izleyici değildir, dikizlediğini sanata dönüştüren, sorular soran, total bir dönüşümü, değişimi kışkırtan mahiyettedir.

Geç kapitalizm; avangard’a ait kavram ve değerleri alıp, kendi tüketim ideolojisine, sergilediği gösteriye çevirmede ustalaşmıştır. Flaneur’ün röntgenci gözündeki enerjiyi kendine mal eden gösteri, kitlelerin bilinçaltına seslenen reklâmlar ve kültür endüstrisi vasıtasıyla röntgenciliği kitleleştirmiştir. Özellikle son 30 yılda bu röntgenci haz kelimenin Lacancı anlamıyla bir artı-keyfe dönüştürülmüş, Körfez Savaşları, Balkanlardaki milliyetçi savaşların medyadaki sunumuyla pornografi toplumu aşamasından, snuff film toplumu modeline geçmiştir. Artık herkes röntgenci, çocuklar bile ellerindeki dijital kameralarla röntgenci rolünü oynayarak büyümeye alışmışlardır. Koyu ahlaki değerleri kuşanmış gözüken toplum, gün ışığına yansımayan gündeliğin hayatın bodrumlarında röntgenci gözün sefil bir simülasyonunu kitlesel olarak yeniden-yeniden üretmiş, artık yabancılaşma gibi kavramlar bile yaşanan sefaleti dile getirmekte yetersiz kalmıştır.

Baudelaire’in, Benjamin’in, Gerçeküstücü devrimcilerin yadırgatıcı, şok edici, gündeliğe müdahaleci röntgenci gözünden, gösteri sapıklığının gözüne düşüşte, kaybedilen ise tin’dir. 21. yüz yılın sanat eylemcilerine –daha doğrusu- eylem sanatçılarına düşen ödev, esir alınmış tüm imgeleri-eylemleri sistemin elinden geri almak, baştan çıkarmanın devrimci enerjisinin hayaletlerini geri çağırmaktır.

bay persembe

ps: bu metin Yeni Harman dergisi Mart sayısında yayınlanmıştır.

7 Mart 2011 Pazartesi

Büyük İnsanlık Döngüsü-THİV sergi işi metni

Nazi'lerin Katya köyü katlimanından 12 Eylül zulmüne, ilk insanın ateş yakma uğraşından özgürlük anıtına paralel bir insanlık döngüsü düşünebilinir mi?
Tüm devletlerin, iktidarların zulümü bir politik araç olarak, tarih boyunca sürekli kullandığını da unutmadan, insan dediğimiz şeyin karakutusunu açmaya soyunabilir miyiz?
Sistem deyip her şeyi bu yamalı bohçanın içine tıkıştırmadan, uygarlık dediğimiz şeyin vahşetiyle yüzleşmek mümkün müdür? Hümanizm, ilerleme, demokrasi gibi kavramların konformizmin kapılmadan, cehennem tek bir ruh kalmamacasına bir mücadele edebilmek için.
Geçmiş önümüzde bir zulüm ve yıkıntı arkeolojisi olarak dikelirken 21. yüzyıl yeni kavramlar bulmak, yeni bir billinç geliştirmek, geçmiş ile hesaplaşmak zorundadır. Karanlık tarihinden koparıp "yeni bir insanı" yaratabilmek, yeni bir evrimi tetiklemek, bilişsel bir devrime kıvılcımlar çakmak, saflığa ve ruhsal var oluşlara dönebilmek... Tek bir kuştan ya da ağaçtan üstün olmadığımızı, aslında onlara da ait bir gezegenin konuğu da olduğumuzu da unutmadan.
Sürrealist Devrim dergisi 'yeni bir insan hakları beyannamesine ihtiyaç var" şiarıyla yola çıkmıştı. Şimdi bu ödev 21. yüzyıl insanının omuzlarındadır, yeniden çocukluğa, deliliğe, şiir ve aşka dönebilmemiz; sonsuzluk ile bütünleşebilmemiz için.

Rafet Arslan
Ocak 2011/İstanbul

ps: ateşin düştüğü yer- sergisinin açılışı 9 Mart'ta Depo da...