28 Eylül 2009 Pazartesi

'erojen bölgeler' - Roland Barthes

bedenin en erotik yeri kıyafetin esnediği yer değil midir?sapkınlıkta (yani metne dayalı hazzın hüküm sürdüğü diyarlarda) 'erojen bölgeler' yoktu; psikanalizin çok yerinde bir saptamayla belirttiği gibi, erotik olan noktalara aralıklardır: iki parça arasında(pantalon ile kazak arasında), iki uç arasında(yarı açık iliklenmiş bir gömleğin düğmeleri arasında,eldiven ile kolun arasında) ışıldayan deridir erotik olan;baştan çıkaran şey bu ışıldamadır ya da daha fazlası:bir belirip bir kaybolma oyunu.

Roland Barthes

Sihrin Kapıları ya da Portishead






şu sonbahar günü dışında evrensel yalnızlığımıza, köksüzlüğümüze, benzerimizi arayışımıza,yıkımımıza ne denk gelebilir?
Beth Gibbons'un soluk yüzündeki ve sesindeki hüzünden başka.
bir sigara yakıyorum, gözlerim kamaşıyor, şarkının sihirli kapılarından kendimi iç uzayıma bırakıyorum. içimden bir ses kadıköy de yanarak ölen 1 adam vardı diyor, susuyorum.

http://stereogum.com/archives/video/new-portishead-video-magic-doors-stereogum-premier_038241.html

26 Eylül 2009 Cumartesi

Bağlama Uğraşı 2/ Hans Bellmer kavşağı



hakim cinsel politika bedeni hep tek bir parça olarak kabul eder. girilen ve giren bedenler, tek parça etler. nesneleşme üstüne bu eylemin öznesinin kadın erkek, gay yada transseksüel olmasının aslında teknik olarak önemi yok.
hakim cinsel politika dışında yaban kodlar oysaki hep oldu. Fourier, Sade, Reich, Artaud ve tabii ki Hans Bellmer.
Bellmer'in uzun yıllar boyu cisimleştirdiği bebekler bütüncül beden algısını parçalar. onun sanatının öznesi olan bedenler bölük-pörçüktür, ancak bir kapitone noktası ile tutturabilir, bütünselmiş gibi görülebilir. Bellmer'in tek tek organlardan dikiş tutan bir beden algısı ile bondage'a bakarsak,Araki'nin bağladığı kızın göbeği ile Bellmer'in bebeği arasındaki analojiye de yaklaşırız.
yoksa bebek,'gerçek' etten daha şiirsel mi?

Bağlama Uğraşı


Bondage 1 etkisiz hale getirme eylemi midir? pek sanmıyorum...

bir ritüel olduğundan rahatlıkla söz edilebilir. cinsiyet siyaseti,politiken doğruculuk gibi kavramların hakim hale getirildiği bir dünyada, geçmiş zamanların daha sansürsüz cinsel ekonomisine bir çeşit geri dönüş oyunu mu, belki...
bir erkeğin kadın ile oynadığı oyun diye bondage'a bakarsak görüş açımızı sanırım karartmış oluruz.

bdsm teknik bir pratikten öte bir fraksiyon gibi algılanmalı. ama bazı insanlar dün gece hükmettiği bedenin bu gün kendisine hükmetmesini de dileyebilir. Araki'nin sıkça başvurduğu bir unsur olarak nerde duruyor bondage? ya da bir mesaj olarak fotografın ileticisi ne görüyor? belki de hep olası şüphelere kayıyor insanın zihni.

sanırım en basit ifade ile fotoğraftaki kadın,ayak topuğu vasıtasyla az sonra kendini tatmin ediyor...

24 Eylül 2009 Perşembe

Silenzio


sakın o sokaktan dönme
dinleyin
dinleyin
bando yok,
orkestra yok
her şey sahne
her şey sahte
küçük kız uyan
değişecek bir yaşamın var
kutuda saklı kadınların
kabus kapısında
sakın mavi anahtarı unutma
bando yok
bando yok
gerçek yok
sakın o sokaktan dönme!

Çilek Kokusu


ölümün çiçekleri açıyor teninin ışıltısında, gözlerin yakabilir tüm kentleri. ellerinin çapraz açısından ayakbileklerine açılan bir uzay var.
ve meme uçlarında birikmiş kocaman bir kara delik.
çilek kokuyorsun.

21 Eylül 2009 Pazartesi

New Worlds







http://www.philsp.com/mags/newworlds.html

20 Eylül 2009 Pazar

bayram yalnızlıkları mı, hadi canım?


barksız
bir bayram sabahı siberuzayda olamanın yalnızlığının ötesi nedir? sanırım bir bayram günü tek başına bir otel odasından çıkmamak...

aile ile ev,aslında ne akraba kavramlar. sonuçta bu kavramlar aidiyet ölçer. aile evi, çocuk yada baba olarak. ama,annesi olmayan bir aile evi olmaz, anne yoksa aslında aile yoktur. karmaşık mı gözüküyor, asla kaotik değil oldukça yalın.
ev ile sorunlu olan insan hep sokağa daha bir yatkındır. tabi sokak mitolojik bir öge değil, sokak tercih edilmez, kalınır genelde.

evsiz yada barksız bir herif, halk diliyle serseri olmaktan utanmalıyım? insan sadece kendinin sahibi olabilmelidir, bağımsızlık güzel olduğu kadar dikenli bir duygudur aslında. kendini keser, kendini siker, sağlaması yalnızlıktır oysa.

yertsiz-yurtsuzluk
deleuze sevmem demiştim, ama o severdi bilirim. yertsiz-yurtsuzluk sembol, idealize bir kavram yapıldı post-yapısalcılarca -dedim. onlar yorum deleuze'ü bağlamaz, o şu yapılmalıdır-doğrudur diye bir çıkarımda bulunmaz-dedi Gösde. konuşmayı dinleyen Murat'ta hem bana hem d eona hak verdi.
gösteri peygamberi romanı dedim, göçebeliğin muhalif bir folklorik öge halinde sunumu mudur?
Gösde, dedi bunların hepsi yorum post-yapısalcılıkla deleuze'ün alakası olamaz... duurrr!!
stop!
bir bayram günü kuramsal konulara giren bir adamdan yalnız kimse olamaz sevgili bizans...

herşey olması gerektiği gibi oluyor, yapçak bi şey yok.
sevinçliyim, nice bayramlar hepinize.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Kay Sage'in Mistik Bilimkurgu Mimarisi





Kay Sage, sürrealist ressam-şair. Tanguy'un eşi ve Chirico'nun izcisi.
uzay boşluğunu kaplayan geometrik mimari ve onun içinde büyüyen dişi,rüzgara kapılmış beyaz kumaş: 3 şehir gördüm-1944

boşlukta sisler içinde yükselen hayalet kuleler ve yine içlerinde hapis kadınsı tüller: Yarın Asla/1955

iç mekan ile dış mekanın geometrik birleşimleri, aydınlık ve gölgenin şiirsel birleşimleri. satranç tahtası düzenliliğinde iç mekan zemini. açık 2 kapıdan biri yine rüzgara kapılmış kadınsı bir tüle açılıyor.ikinci kapı ise, uzayıp giden eril geometrik dış mimariye: gökyüzünün yüksek yüzü/1944

kayalara benzer tuhaf mimari ve onunla bütünleşmiş bir ötü olarak kadın. kalp yerinde bir delik: sessizliğin sınır çizgisi/1942

Matta Mimarisi


Şili'li sürrealist Roberta Matta...
1911 de mimarlık fakültesinden mezun oldu ama o ressamlığı tercih etti. mimarlarını işlevselliğin tuzagından kurtarıp, düş resimlerine katarak...

1938 yılında Minotaure dergisinde Matta'nın bir iç mekan çizimine yer verilmişti. vertigo duygusuna karşı güç kazandırmak için bina korkulukları olmayan merdivenler, değişken eşyalar, hareketli duvarlar ve aynalar ile bezenmişti. tasarlanan dişil ve akışkan bir apartman dairesiydi.bir nevi modern tramadan kurtulmak için anne karnına dönüş projesi..

1962de ise bakırdan ve aliminyumdan boşlukta sallanan bir bina tasarladı 'uyanan adamın minimal evi'. kapı ve pencerelerin olmadığı bu binada, duvarlar hareketli-akışkan ve bazı duvarlar da transparandı. düşlerin akışkanlığını ve geçişkenliğini taşıyan bu bina insanın bilinçaltını dışa vurması için tasarlanmıştı.

Matta


The Earth Is a Man/Roberto Matta

Bölme/Matta Gordon Clark


'Mekanı toplumsal sorun olarak algılayan Gordon Matta-Clark, 1970’lerin başında galericileri ne bir evi ortadan ikiye bölme fikri ile gitti. Galericiler, New Jersey’de yakında yıkılacak olan, 1930’lardan kalma, iki katlı bir binayı verdiler kendine. Matta-Clark evi boşalttıktan sonra binanın temellerinden birini köşelemesine kesti. Böylece evin ortasında 60 cm’lik yarık oluştu. Gordon Matta-Clark’ın yarık ev üzerindeki çalışmaları dört ay sürdü. Buradaki çalışmalarına "Bölme" ismini verdi.'
Matta'nın oğlu...

18 Eylül 2009 Cuma

Ballard ya da mimarinin psiko-patolojisi

…Bu çok hoşlarına gidiyor. Yabancılaşmayı seviyorlar. Geçmişte yok gelecekte. Yapabilseler, yaşamak için en anlamsız yerleri seçerler- hava alanları, alışveriş merkezleri, otobanlar, parklar. Gerçek olandan kaçıyorlar…

İkamet ettiğimiz mimari mekan çeşitleri önemlidir-erk sahibidir. İnsan ırkının tüm üyeleri yok olacaksa olsa da, diğer gezegenlerdeki ardıllarımız mimarlık yoluyla bu gezegendeki insanların psikolojisini yeniden kuracaklardır…

Peysaj, zaman ve mekanın biçimlendirilmesidir ve dış peysaj aklın içsel durumlarını doğrudan yansıtmaktadır…
Bunlar büyük tinsel dönüşümlerin hikayeleridir ve ben peysajın bu dışsal dönüşümünü karakterlerin içsel dönüşümü, psikolojik dönüşümünü yansıtsın ve birleşsin diye kullanıyorum…

J. G. Ballard

Dorothea Tanning'in Düş Mimarisi





sanırım Tannıng'in resmlerindeki mimari yaklaşıma 2 alandan bakmak faydalı olur. dış mekan ve iç mekanlardaki yarattığı düşsel peysajlardan...
dış mekan:
G. de Chiricovari sanki terkedilmiş bir şehir manzarası. devasa binaların bir birini kestiği alanlara akan yürüyüş-derivé yolalrı. zenci bir kadın, beyaz elbisesini süsleyen bir gül belinde. yolun ortasında sahnenin gerçeküstücü öznesini oluşturan devasa bir gül. peysaj tekinsiz olmaktan öte, gizemli sadece. ve de şiirsel...
eskiYunan'dan beri kent işlevsel bir örgü dizesi ile kurulmakta. oysa sürrealizm tıpkı düşünce de aklın tahakkümüne açtığı savaş gibi, mimaride de aklın hakimiyetini düş ile boşa çıkarır. Dalivari çölün ortasında açılan mechule doğru kapılar bunun göstergesidir. burada dış alandaki düş mimarisi tablonun pisikanalatik mesajını okumamıza anahtar rolü oynar...
iç mekan:
kapılar ve onların taşıdığı alt metinler hep Tanning'in ilgi alanında olmuştur.doğum günü adlı tabloda kapılardan oluşan bir labirent ile karşılaşırız. yerdeki kanatlı mutant yaratık kapıların ardındaki tekinsizliğin uyarısı gibidir. gögüsleri ve ayakalrı çıplak kadının yüzündeki hüzün ile sahnenin erotik eenrjisi bi çeşit kırılıma uğrar. kadın da bir ağaça mı dönüşmektedir?
diğer resimde 'dogum günü' tablosundaki kapıları bu sefer düz bir dizge olarak görürüz. 2 kız vardır tabloda, biri yarı çıplak. tıupkı dış mekan kent peysajında olduğu gibi devasa bir çiçek vardır bu resimde ve manyetik bir alan yaratmış gibidir.

Underground Poetix 4- geliyor


BU SAYININ ANA KONULARI ÇOK FAZLA, ÖNCELİKLE BİR KİTAP OLARAK “SATMAK”TANSA WILLIAM S. BURROUGHS’UN “İZCİNİN GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ EL KİTABI” İSİMLİ ÇALIŞMASINI DERGİNİN AÇILIŞI OLARAK UYGUN GÖRDÜK Kİ DERGİNİN ÇIKACAK OLAN BU SAYISI BİR ANLAMDA BURROUGHS ÖZEL SAYISI OLARAK DA ANILACAK ZİRA İÇERDE WSB İLE YAPILMIŞ SIKI 3 ROPORTAJ AYRICA HENRR MILLER VE WSB UZERINDE DURAN SEVİMLİ BİR METİN DE YER ALMAKTA.

TÜM BUNLARIN DIŞINDA BURROUGHS’UN DA SEVDİĞİ VE TAKDİR ETTİĞİ VE DÜNYA GEZEGENİNDEN BU SENE AYRILAN J.G BALLARD ÖZEL DİĞER KONUĞUMUZ: “GÖKTELENLER” METNİ İLE ENFES BİR SÖYLEŞİ DE KONUĞUMUZ BALLARD-VE ELBET TÜRKÇEDE İLK KEZ YAYIMLANAN BİR METİN-

DOSYAMSI DİĞER FAKTÖR İSE “TUPAC AMARU” BİR ÖRGÜT OLARAK TUPAC VE TUPAC’IN BAŞKALAŞMIŞ UZUVLARI, DİĞER TUPAC’LAR

KURT COBAIN’E BELKIDE TURKIEYDE TURKÇEDE İLK DEFA BAKTIĞIMIZ YERDEN BAKILIYOR BU SAYIDA, UZUN BİR COBAIN METNİ TAM OLARAK SİTÜASYONİST BİR METİN VE NOT BORED KAPSAMINDA -DOĞAL OLARAK SİTUASYONİZM VE “PUNK” ÇİZGİSİNİ DEVAM ETTİRİYORUZ, ETTİRECEĞİZ-

TÜRKİYE DE YAZILMAMIŞLIKLARDAN BİRİ DAHA: RAVE, RAVE KÜLTÜRÜ ÜZERİNE HARİKA, EĞLENCELİ, SIKI VE KAPSAMLI BİR METİN DENEMSİ, BAŞLI BAŞINA BİR SOYA…

BUNUN DIŞINDA TÜRKÇEDE HİÇ YAYIMLANMAMIŞ BİR PHILIP K DICK METNİ, KENDİ KALEMİNDEN KENDİSİ!

KÜLT FİLM YAPIMCISI PETER WHITEHEAD’DAN ROLLING STONES’UN PORNOGRAFİK VE SAPKIN TURNE FILMI COCKSUCKER BLUESA, VAHŞET VE PORNOgrafi’DEN FOUCAULT VE SARTRE’A, SURDURULEMEZ MIMARI VE KONSTRUKTIVIST MIMARI UZERINE DENEME VE CEVIRILERLE, GODSPEED YOU BLACK EMPEROR, ALLEN GINSBERG, FOTOGRAF VE KIMLIK VE DAHA FAZLACA BASLIGA YER VEREN UNDERGROUND POETIX AYNI ZAMANDA TURKIYEDEN OTEKI SIIRIN SIKI SESLERINE 21 SAIR CE 35 SIIRE DE SAYFALARINDA YER VERIYOR.

underground’un bir edebiyat turu olmadığını bilen onun teknik bir biçem olduğunu kavrayan güzel insanlara sevgi ve saygılarımızla, uzun zaman geçti-geçmesi gerektiği kadar- ve en keyfli yorgunluğu aldık ve biz daha şimdiden tarihe geçecek olan 5.sayımızın hazırlıklarına başladık ve bu sefer şu olacak: “yok artık daha neler”:)



ps: ekımde çıkması planlanan 4.sayımız eylül ayının sonunda matbaaya girecek, bizi hiç bırakmayan saçma sapan maddesel sebeplerden dolayı süreçte bir sarkma olursa hiç merak etmeyinki en kısa sürede bertaraf edilecektir, tek amacımız en geç ekimin 3.haftasında avuçlarınızda olmak.

dergiyle beraber ücretsiz olarak Hakim Bey’in geçici otonom bölgeler-taz- eseri siz dostlarımıza hediye edilecektir. burroughs’un kitapçığı ise yukarda da belirttiğmiz gibi derginin içinde yer almaktadır.



görüşmek üzere



şenol erdoğan- rafet arslan

14 Eylül 2009 Pazartesi

Eylül için bir kültür devrimine mi özlem?

Eylül bu günlerde en sevdiği şarkının ‘toz pembe hayaller’ olduğunu söyledi. Kral tv izliyormuş klipi…
Pembe kız çocukların rengi oldu artık. Çoraplar, etekler, tokalar, çantalar hep pembe. Barbie’den Vinx’e bir dönemsel model ve buna bağlı gelişen kültür.

Bense hep Eylül ile yan yana geldiğimde düşünce hastalığına yakalanıyorum, yine. Sait Faik’i düşünüyorum nedensiz. Derin bir melankoli kaplıyor tüm varlığımı. Bunun şarkı ile ilgisi yok, sadece yaşam ile alakası var. Yutkunuyorum, gam çöküyor içime. 9 yaşında kızların Portishead, Pink Floyd dinleyecek hali yok. Her zaman dediğim gibi ‘her şey olması gerektiği gibi oluyor’.
Bu yalnız dünyada, herkes kendini büyütüyor. Bense hep yapamadıklarımıza üzülüyorum. Neyse, kahır…
İsterdim her yolda olayım, yolcu olayım bu hayatta, zararım yek kendime olsun.
Söz artık ‘bazen’ değil, çoğu zaman kifayetsiz kalıyor.

Açıyorum ekranı manken devşirmesi kadın acı gerçekliği açıklıyor: toz pembe hayaller vardı, pembesi gitti tozu kaldı…

10 Eylül 2009 Perşembe

Linda Lieberman







'ÇEVRESEL OLARAK, İNSAN KENDİNİ SOSYAL OLARAK POLİTİK OLARAK EKONOMİK OLARAK VE RUHSAL OLARAK NEYİN BESLEDİĞİNİ İNKAR EDEMEZ'

linda lieberman

Markus Richter



Tehlikeli İmgeler

Son süreçte Ahmet Oktay (Milliyet Sanat Aralık 2001, Radikal 2 -23 Eylül 2001) Türk romanına radikal eleştirileriyle öne çıkıyor. A.Oktay “Türk romanının medyadan empoze edilen kültüre eklemlediği, ‘emperyel kanon’un izleklerini benimsediği ve giderek sessizleşerek, duyarsızlaştığını”, Eagelton’dan Wallerstein’e geniş bir kuramsal alt yapı ve son yirmi yılın küreselleşme süreciyle birlikte ele alıyor ve 11 Eylül sonrası Türk romanının bu meşrulaştırıcı söylemi sürdürmeyip, dönüm noktasına geldiğinin altını çiziyor.

Bu sağlam tespitleri ile A.Oktay tam çizgileri belirginleştirmese de “ Ne yapmalı ?” sorusunu yanıtlıyor. Bu yaklaşım post-modern oyunların, doğu-batı sentezlerinin, reklamcılığın ve popülizmin egemen olduğu Türkiye edebiyatı açısından acil bir sorunun çözümüne dikkat çekiyor. Bu saptamalardan yola çıkarak “Ne yapmalı ?” nın ardından “Nasıl yapmalı ?” sorusuna da yanıt bulmak gerek.

-Alçak gönüllü bir öneri.-
Yeni bin yıl başındaki Türkiye romanına kısaca bakarsak, betimleyici ve geleneksel roman anlayışı yada ona bazen haddini aşarak yüklenip, çoğu zaman post-modern oyunlar, labirentler içinde kaybolmak dışında seçenek getirmeyen bu gibi yeni roman arayışlarının A.Oktay ’ın “Ne yapmalı ?” sorusuna kapsamlı bir çözüm getirmesi zor. Bugün, toplumun yumuşak karnını zorlayan kültürel kırılma noktalarını, çelişki ve çatışmalarını yansıtan bir romanı, sadece betimleyici-gerçekçi roman adıyla belirginleştirmek , yoğun güdülenme bombardımanındaki bir toplumda elverişli değildir. Yabancılaştırmacı sanat ise araştırmacı ve bilişsel olmadığı sürece, kelime ve kurgu oyunları ile duyarsızlaşma ve kanıksama zincirini kırmaktan çok uzakta kalacaktır. Bırakın estetik ve düşünsel sorgulamaları, bir şekilde bugünün gerçekliğini aktarma görevini başaramayan romanların, “Nasıl yapmalı ?” sorusuna yanıt ararken , ayrıca yayın evlerinin satış, sansür-oto sansür, didaktik-hayal gücü düşüklüğü gibi kaygılarını da dikkate alması gerekir.

Betimleyici romana geri dönüşün, “Köy edebiyatı “ hayaletinin ruhunu çağırmaya dönüştüğü noktada çözümün “Breht’çi anlamda” yadırgatıcı romana güç vermek olduğunu söyleyebiliriz. Alçak gönüllü bir öneri olarak, toplumsal/siyasal kaygılara cevap verecek romanımıza Bilim Kurgu aşısının tutup tutmayacağını tartışmalıyız. Zaman-mekan zincirine bağlı kalmayan Bilim Kurgu, yüzlerce olasılığı farklı bakış açılarıyla ele alıp, yeni dönemi tahayyülde önemli bir rol üstlenebilir. Bu açıdan toplumlar tarihinin dönüm noktalarında Bilim Kurgu estetiğinin oynadığı rol hatırlanabilir. Ortaçağ karanlığında T.More(Ütopya),T.Campenella(Güneş Ülkesi), Rebelais(Gargantua), Aydınlanma Çağında Voltaire(Mikromega), Swift(Gulliver), F.Bacon(Yeni Atlantis), J.Verne(Denizler Altında 20000 Fersah), aydınlanmanın burjuva akılcılığına tepki sürecinde M.Shelly(Frankestein), E.A.Poe(Kuyu ve Sarkaç), toplumsal talep ve çelişkilerin yoğunlaştığı dönemde H.G.Wells(Zaman Makinesi), J.London(Demir Ökçe), Y.Zamyatin(Biz) gibi ilk akla gelen örneklerde, Bilim Kurgu öncü bir edebi tarz olarak öne çıkar. Mc Cartney döneminin cadı avlarında, bırakın R.Bradbury(F.451), P.K.Dick(Gökteki Göz) gibi bilim kurgu yazarlarını; Howard Fast gibi gerçekçi gelenekten yazarlar bile günün tabu konularına Bilim Kurgu tekniklerini kullanarak muhalefet yapmayı seçmişlerdir. Vahşi küreselleşme çağında Frederick Jameson, Darko Suvin gibi kuramcılar sistemin meşrulaştırıcı, kanıksatıcı ideolojik ve kültüler aygıtların karşısında bilim kurgunun yadırgatıcı ve bilişsel savunu hattının önemine vurgu yapmaktalar. Ayrıca daha önce değindiğimiz gibi* nasıl 68 kuşağı ile birlikte yeni ütopyacı, özgürlükçü bir Bilim Kurgu geleneği yeşermişse(Le Guin, Disch, Russ), bugün Seattle’dan Cenova’ya uzanan yeni isyan kuşağı da Bilim Kurgunun düş ve yaratı gücüyle bütünleşme olanağına sahiptir.

Bilim Kurgunun yarattığı bu geniş alan “Emperyel Kanon” mantığını dağıtıp, alternatif düşünsel direniş stratejilerinin gelişimine imkan verir. Böylece medyatik, güdeleyici, tüketimci anlayış yıkılıp yeni felsefi ve sosyo-psikolojik açılımlara sahip, estetik kaygılara yanıt verebilen edebi bir tarz geliştirebilir. Daha bu sürecin başlarında olmamızın bazı eksiklerini taşısa da Mehmet Açar’ın Siyah Hatıralar Denizi romanı ve bazı öyküleri, Cem Akaş’ın Olgunluk Çağı Üçlemesi ve Süreyya Evren’in çalışmalarını bu kapsamda ele alabiliriz. Burada sorumluluk ve öncülük hiçbir önyargıya kapılmadan yeniyi ve sorgulayıcı olanı arayacak olan yazar ve kuramcılarımıza düşüyor.

Ahmet Oktay’ın yeniden gündeme getirdiği gerçeklik, son 15 yılın Türkiye edebiyatının sürekli ertelediği acil hesaplaşmanın artık ertelenemeyeceğini hepimize hatırlatıyor. Bu yazıyla Bilim Kurgu tekniğinin olanaklarını gündeme taşıyıp, tartışmaya katkıda bulunmak istedim. Doğaldır ki, uzun bir zaman dilimi ertelenmiş bir tartışma için tek bir reçete yazmak mümkün değildir. Bu konudaki yeni öneriler, üretimler Türkiye yazınında tartışıldıkça çözüme yaklaşacağız.

Not : bu metne Esmer Mavi dergisinin Mart 2002 tarihli sayısında yer verilmişti.

4 Eylül 2009 Cuma

Jeanloup Sieff






http://www.jeanloupsieff.com/sieff.html

En Ucube Adam Benim

1
Vakitsiz gelir çöker bu kahır akşamları
Beyinde sızlayan kırbaç
Ben’e karşı bitmez hınçla
Kalbi sıkıştıran telefon kulübesi, hastane bahçesi
Alsancak adasına düşen yağmurlara karışan gözyaşları
Sıkılmış yumruk tekmelediğim hayatımla
Çöker vakitsiz histerik nevroz
Mırıldanarak adını çıldırır duyamaz sesini
Silemez imgeni Jenny Collon

2
Hayattaysak ta elde var sonsuz keder
Estetik felan yapmıyoruz
Kimse anlatmasın yüreğinin cevahirini
Kendi pisliğim kadar biliyorum her şeyi
İrin akan dünya
İnsan denen pislik
Kalın cürüf tabakası
Hissiz ilik ve kemik
Unutmak istiyorum tarihimi

Çıldırışımız sebepsiz değil
Zaman acıtıyor insanı Reyhan hanım!

3 Eylül 2009 Perşembe

H. Newton


fotoğrafı okumak istedim, durdum okuyamadım, sadece ekledim...