Son süreçte Ahmet Oktay (Milliyet Sanat Aralık 2001, Radikal 2 -23 Eylül 2001) Türk romanına radikal eleştirileriyle öne çıkıyor. A.Oktay “Türk romanının medyadan empoze edilen kültüre eklemlediği, ‘emperyel kanon’un izleklerini benimsediği ve giderek sessizleşerek, duyarsızlaştığını”, Eagelton’dan Wallerstein’e geniş bir kuramsal alt yapı ve son yirmi yılın küreselleşme süreciyle birlikte ele alıyor ve 11 Eylül sonrası Türk romanının bu meşrulaştırıcı söylemi sürdürmeyip, dönüm noktasına geldiğinin altını çiziyor.
Bu sağlam tespitleri ile A.Oktay tam çizgileri belirginleştirmese de “ Ne yapmalı ?” sorusunu yanıtlıyor. Bu yaklaşım post-modern oyunların, doğu-batı sentezlerinin, reklamcılığın ve popülizmin egemen olduğu Türkiye edebiyatı açısından acil bir sorunun çözümüne dikkat çekiyor. Bu saptamalardan yola çıkarak “Ne yapmalı ?” nın ardından “Nasıl yapmalı ?” sorusuna da yanıt bulmak gerek.
-Alçak gönüllü bir öneri.-
Yeni bin yıl başındaki Türkiye romanına kısaca bakarsak, betimleyici ve geleneksel roman anlayışı yada ona bazen haddini aşarak yüklenip, çoğu zaman post-modern oyunlar, labirentler içinde kaybolmak dışında seçenek getirmeyen bu gibi yeni roman arayışlarının A.Oktay ’ın “Ne yapmalı ?” sorusuna kapsamlı bir çözüm getirmesi zor. Bugün, toplumun yumuşak karnını zorlayan kültürel kırılma noktalarını, çelişki ve çatışmalarını yansıtan bir romanı, sadece betimleyici-gerçekçi roman adıyla belirginleştirmek , yoğun güdülenme bombardımanındaki bir toplumda elverişli değildir. Yabancılaştırmacı sanat ise araştırmacı ve bilişsel olmadığı sürece, kelime ve kurgu oyunları ile duyarsızlaşma ve kanıksama zincirini kırmaktan çok uzakta kalacaktır. Bırakın estetik ve düşünsel sorgulamaları, bir şekilde bugünün gerçekliğini aktarma görevini başaramayan romanların, “Nasıl yapmalı ?” sorusuna yanıt ararken , ayrıca yayın evlerinin satış, sansür-oto sansür, didaktik-hayal gücü düşüklüğü gibi kaygılarını da dikkate alması gerekir.
Betimleyici romana geri dönüşün, “Köy edebiyatı “ hayaletinin ruhunu çağırmaya dönüştüğü noktada çözümün “Breht’çi anlamda” yadırgatıcı romana güç vermek olduğunu söyleyebiliriz. Alçak gönüllü bir öneri olarak, toplumsal/siyasal kaygılara cevap verecek romanımıza Bilim Kurgu aşısının tutup tutmayacağını tartışmalıyız. Zaman-mekan zincirine bağlı kalmayan Bilim Kurgu, yüzlerce olasılığı farklı bakış açılarıyla ele alıp, yeni dönemi tahayyülde önemli bir rol üstlenebilir. Bu açıdan toplumlar tarihinin dönüm noktalarında Bilim Kurgu estetiğinin oynadığı rol hatırlanabilir. Ortaçağ karanlığında T.More(Ütopya),T.Campenella(Güneş Ülkesi), Rebelais(Gargantua), Aydınlanma Çağında Voltaire(Mikromega), Swift(Gulliver), F.Bacon(Yeni Atlantis), J.Verne(Denizler Altında 20000 Fersah), aydınlanmanın burjuva akılcılığına tepki sürecinde M.Shelly(Frankestein), E.A.Poe(Kuyu ve Sarkaç), toplumsal talep ve çelişkilerin yoğunlaştığı dönemde H.G.Wells(Zaman Makinesi), J.London(Demir Ökçe), Y.Zamyatin(Biz) gibi ilk akla gelen örneklerde, Bilim Kurgu öncü bir edebi tarz olarak öne çıkar. Mc Cartney döneminin cadı avlarında, bırakın R.Bradbury(F.451), P.K.Dick(Gökteki Göz) gibi bilim kurgu yazarlarını; Howard Fast gibi gerçekçi gelenekten yazarlar bile günün tabu konularına Bilim Kurgu tekniklerini kullanarak muhalefet yapmayı seçmişlerdir. Vahşi küreselleşme çağında Frederick Jameson, Darko Suvin gibi kuramcılar sistemin meşrulaştırıcı, kanıksatıcı ideolojik ve kültüler aygıtların karşısında bilim kurgunun yadırgatıcı ve bilişsel savunu hattının önemine vurgu yapmaktalar. Ayrıca daha önce değindiğimiz gibi* nasıl 68 kuşağı ile birlikte yeni ütopyacı, özgürlükçü bir Bilim Kurgu geleneği yeşermişse(Le Guin, Disch, Russ), bugün Seattle’dan Cenova’ya uzanan yeni isyan kuşağı da Bilim Kurgunun düş ve yaratı gücüyle bütünleşme olanağına sahiptir.
Bilim Kurgunun yarattığı bu geniş alan “Emperyel Kanon” mantığını dağıtıp, alternatif düşünsel direniş stratejilerinin gelişimine imkan verir. Böylece medyatik, güdeleyici, tüketimci anlayış yıkılıp yeni felsefi ve sosyo-psikolojik açılımlara sahip, estetik kaygılara yanıt verebilen edebi bir tarz geliştirebilir. Daha bu sürecin başlarında olmamızın bazı eksiklerini taşısa da Mehmet Açar’ın Siyah Hatıralar Denizi romanı ve bazı öyküleri, Cem Akaş’ın Olgunluk Çağı Üçlemesi ve Süreyya Evren’in çalışmalarını bu kapsamda ele alabiliriz. Burada sorumluluk ve öncülük hiçbir önyargıya kapılmadan yeniyi ve sorgulayıcı olanı arayacak olan yazar ve kuramcılarımıza düşüyor.
Ahmet Oktay’ın yeniden gündeme getirdiği gerçeklik, son 15 yılın Türkiye edebiyatının sürekli ertelediği acil hesaplaşmanın artık ertelenemeyeceğini hepimize hatırlatıyor. Bu yazıyla Bilim Kurgu tekniğinin olanaklarını gündeme taşıyıp, tartışmaya katkıda bulunmak istedim. Doğaldır ki, uzun bir zaman dilimi ertelenmiş bir tartışma için tek bir reçete yazmak mümkün değildir. Bu konudaki yeni öneriler, üretimler Türkiye yazınında tartışıldıkça çözüme yaklaşacağız.
Not : bu metne Esmer Mavi dergisinin Mart 2002 tarihli sayısında yer verilmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder